Henüz Diyarbakır'da kaybolan ve ölümünün üzerindeki sır perdesi aralanmaya çalışılan 8 yaşındaki Narin Güran olayı sıcaklığını korurken, Türkiye, henüz 2 yaşındaki Sıla bebeğin maruz kaldığı korkunç istismar vakasıyla bir kez daha derinden sarsıldı. Bu trajedi, bireysel bir suçtan çok daha fazlasını ifade ediyor. Toplumsal değerlerin aşındığı, vicdanların köreldiği bir dönemde yaşıyoruz ve Sıla bebeğin yaşadığı bu acı olay, toplumun derinlerinde büyüyen bir çürümenin habercisi niteliğinde. Toplumsal birliğimizin ve değerlerimizin yok oluşu, aile temelinin yapı taşlarındaki bozulmaya işaret ederken, toplumun çöküşüne doğru atılan her adımda kendini hissettiriyor.

 ÇOCUK İSTİSMARINA DUR

 Çocuk istismarı, toplumun en karanlık ve görünmeyen yaralarından biri. Sıla bebeğin yaşadıkları, yalnızca bir trajedi değil; aynı zamanda toplumda giderek artan bir sorunun, çocuklara yönelik şiddetin ve istismarın açık bir göstergesi. Her yıl Türkiye’de yüzlerce çocuk, aile içinde veya dışarıda fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddetin kurbanı oluyor. Ne yazık ki bu vakaların çoğu ya fark edilmiyor ya da fark edilse bile kalıcı önlemler alınmıyor. Suçlular cezalandırılsa bile, bu sorun sadece bireysel cezalarla çözülemez. Derin bir toplumsal reform ve bilinçlenme gereklidir.

AİLE EN KORUNAKLI LİMANDI

Aileler, çocuklar için en güvenli yer olmalıdır. Ancak ekonomik sıkıntılar, madde bağımlılığı, şiddet ve ilgisizlik, aile yapısını derinden sarsmış durumda. Aile içinde artan şiddet ve istismar vakaları, çocukların en çok koruma altında olmaları gereken yerlerde bile tehlike içinde olduklarını gösteriyor. Sıla bebek, bu gerçeğin en acı örneklerinden biri. Aile yapısındaki bu bozulmanın önlenmesi, devletin aile destek programları ve sosyal hizmetlerin daha etkin hale getirilmesiyle mümkündür. Ebeveynlerin çocuk gelişimi ve ruh sağlığı konusunda bilinçlendirilmesi, bu şiddet döngüsünü kırmada önemli bir rol oynayabilir.

 TOPLUMSAL YOZLAŞMA

 Sıla bebek olayında olduğu gibi istismar vakalarının artışında, bireylerin yaşadığı sosyoekonomik sıkıntıların da büyük payı var. Hızlı kentleşme, eğitimsizlik ve işsizlik gibi faktörler, şiddetin yayılmasına ve normalleşmesine zemin hazırlıyor. Toplumun bu tür olaylara duyarsız kalması ise en büyük tehlikelerden biri. Günlük hayatın içinde bu vakalara şahit olan ya da duyan insanların herhangi bir müdahalede bulunmaması, toplumsal sorumluluğun yok olduğunun bir işaretidir. Her bireyin bu konuda bilinçlenmesi ve çocukların güvenliğini sağlamak adına aktif rol oynaması gerekiyor.

SOSYO-PSİKOLOJİK ÇÜRÜME

İstismar ve şiddet vakaları, bireyler arasında güvensizlik ortamını derinleştiriyor. Çocukların maruz kaldığı şiddet, sadece bireysel travmalar yaratmıyor; aynı zamanda toplumsal bağları da zayıflatıyor. Psikolojik olarak, mağdurların yanı sıra toplumun genelinde de bir travma oluşuyor. Her istismar vakası, toplumun moral yapısını daha da zayıflatarak geleceğe dair bir belirsizlik ve güvensizlik yaratıyor. Bu nedenle, çocuklara yönelik şiddeti önlemek, hem bireysel hem de toplumsal sağlığı korumak için atılması gereken en önemli adımdır.

TOPLUMDAKİ EROZYON NEDEN?

Peki, çocuklara yönelik şiddet ve istismar neden bu denli artıyor? Bu sorunun cevabı, toplumsal değişimlerin ve değer kayıplarının derinlerinde gizli. Ekonomik dengesizlikler, aile içi iletişim bozuklukları, eğitimsizlik, medya ve internetin kontrolsüz içerikleri, bireylerin zihinsel yapısını etkileyerek şiddete yatkın hale getiriyor. Özellikle küçük yaşlardaki çocuklar, bu yozlaşmış yapının en masum kurbanları oluyor. Çözüm, yalnızca cezai tedbirlerde değil, toplumsal yapının yeniden inşasında yatıyor. Eğitim, bu sürecin en önemli anahtarıdır.

 EĞİTİM VE TOPLUMSAL DAYANIŞMA ŞART

Çocuk istismarı ve şiddet olaylarının önlenmesi için en güçlü araç, hiç kuşkusuz eğitimdir. Çocuklara yönelik şiddeti önlemek için ailelere, öğretmenlere ve topluma yönelik bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmelidir. Aile içi eğitim programları, ailelere çocuklarını nasıl koruyacaklarını öğretirken, çocuklara da haklarını ve sınırlarını öğretebilir. Ayrıca, sosyal hizmetlerin daha erişilebilir ve etkili hale getirilmesi, bu tür vakaların erken teşhis edilmesine yardımcı olabilir. Adalet sistemi ise suçluları caydırıcı cezalarla karşı karşıya bırakmalı, çocuklara zarar verenlerin toplumdan izole edilmesi sağlanmalıdır.

 TOPLUM DİNAMİKLERİ ALARM VERİYOR

 Sıla bebeğin yaşadığı trajedi, sadece bir bireyin hayatını değil, toplumsal yapının da çökmekte olduğunu ortaya koyuyor. Her birey, çocuklara yönelik şiddet ve istismarı önlemek için sorumluluk almalı, bu konuda daha duyarlı hale gelmelidir. Toplumun her kesimi, çocukların yaşam hakkı ve güvenliğini korumak için harekete geçmelidir. Sıla bebeğin se unssiz çığlıkları, geleceğin inşasında bize bir uyarı niteliğinde olmalıdır. Toplum olarak, evlatlarımızı savunmak ve geleceğimizi korumak adına ayağa kalkmalıyız.