HOŞ GELDİN, EY VESİLE-İ ZİLHİCCE!!!
Uzun bir aradan sonra tekrardan herkese gönül dolusu ‘Selam Olsun!’ ‘Vakit nasıl da çabuk geçiyor.’ cümlesi herhalde son günlerde herkesin dilinden sıkça duyduğumuz bir cümledir. Son gönderdiğim yazıdan geçen zamana bakınca, bunu bir kez daha anlamış oldum. O zaman sayın okuyucum; önceki zamanlara göre daha hızlı akan bir zaman mı var, yoksa an-ı daim olamamanın verdiği sıkıntı ile zamanın akıcılığına kapılma mı var? Bunun cevabı herhalde, herkesin nefsiyle yüzleşmesinde saklıdır. Bu yüzleşmeyi çabuk yapmak gerekir ki, Rabb’imin sürekli gönderdiği hediyelerini, bonuslarını hakkıyla değerlendirenlerden olalım. Bu akan zaman diliminde Rabb’ime aşk yolunda, bilmek, bulmak, olmak adına, yapmak isteyip de yapamadığımız güzellikleri keşfe çıkalım. Bu keşif bu sefer: “Sabahın aydınlığına (el-fecr), zilhiccenin ilk on gecesine (leyalin aşr), zilhiccenin dokuzuncu ve onuncu gününe (eş-şef’ ve’l vetr, Müzdelife’de geçen geceye) andolsun ki kıyamet, diriliş ve hesap mutlak gerçektir.”[1] Ayetlerinde geçen Zilhicce Ayı’nın ilk on gününe olsun. Bu keşif de, sizlere öyle güzel müjdelerden bahsedeceğim ki, bizleri bu hayırlı zaman dilimine, müjdelerine bu yıl da kavuşturan Güzeller Güzeli’ne daim şükürler olsun, aşk olsun.
İbn Abbas’ın (r.a.) Zilhicce Ayı’nın on günü ile ilgili şunları ifade ettiği nakledilir: “Allah, Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesini Zilhicce Ayı’nın ‘onuncu gününde’ kabul etmiştir. Hz. Âdem (a.s.) suçunu Arafat’ta itiraf ettiği için o bölgenin adı ‘Arafat’ olarak kalmıştır.”
Hz. İbrahim ‘halîlullah (Allah’ın özel dostu)’ vasfına o günde sahip olmuştur. Kâbe’yi de o günde yapmaya başlamıştır. Hz. Musa (a.s.), Rabb’imiz ile o günde konuşmuştur. Hz. Davud (a.s.) mağfirete o günde kavuştuğu için onuncu gece ‘iftihar gecesi’ olmuştur. Rivayete göre, Kur’ân’ın iniş süreci Efendimiz’e (s.a.s.) o gün, kuşluk vaktinin başlarında ibadet ettiği yere giderken başlamıştır. Rıdvan Biatı da, o gün olmuştur.
Hz. Câbir’den (r.a.) rivayetle, İnci Tanemiz (s.a.s): “Dünya günlerinin en üstünü Zilhicce Ayı’nın ilk on günüdür.” buyurunca “Allah yolunda onun gibisi hiç yok mudur?” diye soruldu. Efendimiz (s.a.s.): “Hayır, Allah yolunda onun gibisi hiç yoktur. Yüzünü toprağa bulayan (yani savaşta şehit olan) kişi hariç.” buyurmuştur. Yine Efendimiz (s.a.s.), ‘Rabb’imizin salih ameli en çok Zilhicce Ayı’nın bu günlerinde sevdiğini, bu günlerde tutulan bir günlük orucun bir yıllık oruca, bir gece ibadet etmenin de bir yıllık gece ibadetine denk geldiğini’ buyurmuştur.
Hele de, şimdi gelen müjdeli keşifleri Rabb’im cümlemize nasib ü müyesser eylesin canlar..
Zilhicce Ayı’nda hilâli gören birisi oruç tutmaya başlar. Efendimiz (s.a.s.) onu çağırır ve neden bu günlerde oruç tuttuğunu sorar. Adam da: “Ey Allah’ın Resulü (s.a.s.)! Bu günler Hac günleridir, manası ve önemi büyük günlerdir. Allah, Hac vazifesini ifa edenlerin dualarına beni de ortak etsin istedim, o yüzden oruç tutuyorum.” dedi. Efendimiz (s.a.s.): “Oruç tuttuğun her güne karşılık yüz köle azat etme, yüz deve kurban etme, yüz atı Allah yoluna vakfetme sevabı alacaksın. Terviye günü geldiğinde, bin köle azat etme, bin deve kurban etme ve bin atı Allah yoluna vakfetme sevabı alacaksın. Arefe gününde ise, iki bin köle azat etme, iki bin deve kurban etme ve iki bin atı Allah yoluna vakfetme, ayrıca öncesinde ve sonrasında birer yıl oruç tutma sevabı alacaksın. (biiznillâh)” buyurmuştur.
Hz. Hafsa Validemiz’den rivayetle: “Efendimiz (s.a.s.) şu dört şeyi hiç bırakmazdı: Zilhicce Ayı’nın on gününde, Aşure Günü’nde, her aydan üç gün oruç tutmak ve Sabah Namazı’nın öncesinde iki rekât namaz kılmak.”
Nakledeceğimiz Hz. Âdem’in (a.s.) olayı, kendi nefislerimiz için okunmalıdır. Hz. Âdem’in (a.s.) sırrını anlamak, insan varlığının sırrını anlamaktır. Âdemden kasıt kendi nefislerimizdir.
Hz. Âdem (a.s.) yeryüzüne indirilince tam altı gün boyunca ağladı. Üzgün halde dururken Rabb’imiz yedinci gün ona şöyle vahyetmiştir: “Ey Âdem! Bu hâlin nedir böyle?” buyurdu. Hz. Âdem (a.s.): “Yâ Rabb’i! Musibetim büyük, günahım beni çepeçevre sardı. İzzet yurdundan horluk yurduna, sonsuzluk yurdundan fanilik yurduna geçtim. Günahım için ağlamayayım da ne yapayım?” Rabb’imiz buyurdu: “Ey Âdem! Ben, Sen’i seçmedim mi? İhsânımı Sana tahsis etmedim mi? Sevgimi Sana vermedim mi? Sana melekleri secde ettirmedim mi? Sen benim ihsânlarıma ve sonsuz rahmetime mazhar olmadın mı? Peki Sen ne yaptın? Emrime isyan ettin, bana verdiğin sözü unuttun.”
Hz. Âdem (a.s.) bunları duyunca, Hind Dağı’nda rivayete göre tam üç yüz yıl boyunca ağladı. Gözyaşları dağın ovalarına doğru sel olup aktı ve o gözyaşları ile çok güzel ağaçlar bitti. Sonra Cebrail (a.s.) O’na (a.s.): “Beyt-i Haram’a git ve içeri girmek için Zilhicce Ayı’nın on gününü bekle. Vakit dolup girdiğinde, Rabb’imize tövbe et. Kim bilir Rabb’im Sana (a.s.) acıyıp merhamet eder.” Hz. Âdem yollara düştü. Adımını attığı yerler yeşeriyor, araları çöl olarak kalıyordu. Beytullah’a geldi, bir hafta tavaf etti, o kadar çok ağladı ki, diz kapaklarına kadar kendi gözyaşlarına battı. Orada şu duayı etti: “Senden başka ilah yoktur. Sen her türlü eksikliklerden münezzehsin. Sana hamd ediyorum. Kötülük ettim, yazık ettim. Beni bağışla, sen ki, bağışlayıcısın; bana merhamet et, Sen ki merhamet edensin.” Rabb’imiz bunun üzerine: “Ey Âdem! Sen’in zayıflığına acıdım, günahını bağışladım, tövbeni kabul ettim.” buyurdu. Bakara Suresi’nde (37) bundan kısaca bahsedilmektedir.
Burada aklımıza Hz. Âdem’in (a.s.) nasıl bu kadar çok ağladığı sorusu gelmesin. O (a.s.), bir Peygamber’di. Rabb’ine olan aşkı, itaati, sadakati kelimeler ile bu dünyada anlatılamazdı. Rabb’im O’nu (a.s.), Efendimiz’in (s.a.s.) yüzü suyu hürmetine ve Zilhicce’nin on gününün bereketine bağışladı. Rabb’imin bağışladığı aciz kullardan olmak duasıyla…
NOT: Yazıda kullanılan bilgiler için “Abdülkadir Geylani-Kur’an ve Hadis Sohbetleri, Çev. Doç. Dr. Osman Güman, Gelenek Yay., İstanbul” adlı kitaptan faydalanılmıştır.
[1] Fecr Suresi, 1-5.