HAYAT
“Allah’ın insanlara açacağı bir rahmeti tutup hapseden olamaz.” [1]
Hayat…Bir bakarsın sabır ile diken yutmak gibi bir döngüdesin. Bir de bakarsın gözyaşlarınla yoğrulmuşsun… Yutkunmak istersin, yutkunup indirmek istersin koca bir hayatı. Ama yutkunamazsın da…
Bir bakarsın sevinç ile gelen hayat dantelaları, kısa bir zaman sonra hüzün işlemelerine dönmüş ve yine denenmektesin. Denenmelerin hiç bitmediği ama denendikçe yükseldiğin bir hayat merdivenindesin.
Bir de bakmışsın çoluk çocuk, okut, büyüt, evlendir. 50’ne, 60’ınabunlarla merdiven dayamışsın. İşte hayat…
Hayat böyle…
Hz. Ebû Bekir (r.a.)’den nakledilmiştir: Bir adam;
“Ey Allah'ın Resûlü, en kârlı mü'min kimdir? diye sordu. Nebî (s.a.s): “Ömrü uzun, ameli güzel olandır.” cevabını verdi. Bu defa adam: “En zararlı mü'min kimdir?” dedi.
Peygamber (s.a.s.): “Ömrü uzun, ameli kötü olandır.” buyurdu.[2]
İşte hayat böyle…
Hayat bir inşâdır. Sanki bitmez tükenmez bir bina, bu bitmez tükenmizlik algısında gökdelen kuracağımızı zannederiz. Ah insanoğlu! Sonra bir bakmışız o gökdelenin asansörünün yarı katında kalmışız. Bu kadar ömür kısa aslında. Efendimiz’in dediği gibi: “Benim dünya ile ilgim, bir ağacın altında dinlendikten sonra, yoluna devam eden yolcu gibidir.”[3]
Vaziyet bu ise, inşayı baki yapmalı ki, insanı her yerde kurtuluşa erdirsin. Bu hayatta Rabb’imin indireceği her hayra o kadar çok muhtacım ki dostum.
Her yeni gün, yeni bir hayat ve başlangıçlara gebe. Fırsat vermeye, elden tutmaya, en önemlisi de yürek açmaya vesile. Surat asmamaya, öfkeyi kontrol etmeye, insanlığı düşünmeye ve duaya açılan kapılara girmeye davetiye. Neden hayatı ertelemeye, davete icabet etmemeye devam ediyorum?
Arkadaşlara soruyorum. Nasılsınız? Hayat nasıl gidiyor? Su gibi gidiyor dostum. Ya da “Boşveeerr! Hayat işte.”O su gibi akan akıntıya kendimizi kaptırmayalım da, Rabbim muhafaza boğulur gideriz.Ya da yıllardır boşverlere sığınma ile geçirilen hayatlar. Biz hayatın peşinde, hayat bizim peşimizde. Bakalım nereye kadar gidecek? Bakıyorum da hayatıma; insanın kendisine, canına, ruhuna özellikle de zamanına yaptığı zararı kimse insana yapmıyor. Hayatımda önümekoyduğum sözde engel duvarlarım ile hayatı yaşanılmaktan çıkarıp, zehir haline getiren de yine ben oluyorum.
Aynalım ile Taptuk Emre’min dediği gibi: “Hayat pahalı. Hayat pahalı.”
“Niçin? Günü sayılıdır da ondan.”
Bu pahalılıkta en ucuz nesne ise ‘AŞK’ be dostum. Hayatı hayat kılan, seni güneş haline getirip, aydınlatan, etrafındakileri ısıtmanı sağlayan, tek güzellik her sabah yataktan Rabbim için, hayat için ‘Aşk’a sarılman. O zaman gel de, biraz hayat için aşk depolayalım. Seni şimdi, hayatı hakiki hayat halinde yaşayan hayat kahramanlarına teslim edeceğim. Olay uzundur amma biraz kısaltacağım dostum, bilesin…
“Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ashabından Hz. Cabir devesini keser, Hz. Peygamber (s.a.s.)’I misafir olarak davet eder. Hz. Cabir’in iki erkek evladı vardır ve evlatlarından biri hocada talebelik eder, diğeri evdedir. Deveyi keserlerken evdeki evladı onu seyreder. Hz. Cabir, hanımına: “Etleri hazırla, ben odun toplamya gidiyorum.”der. Biraz sonra diğer evlat eve gelir ve kardeşine devenin nasıl kesildiğini bana göster.”der. Başta neyin olacağını düşünemeyen küçük çocuk, kardeşinin dediğini yapar ve elini, ayaklarını bağlayarak onu boğazlar. Anne bu durumu görünce çığlık atar ve evladına bunu kimin yaptığını sorar. Çocuk da durumu anlatır. Anne çocuğun üstüne hışımla yürür. Çocuk daa kaçar ve önüne bakmaz. Damdan düşer ve ölür. Kadın bir kez daha yıkılır. Çocuklar ölmüştür. Pişman olur ve “Hüküm Allah’ındır.”diyerek çocukları yan yana yatırır. Üzerlerini örtüp kapıyı kitler. Hz. Cabir döner, yemekler hazırlanır. Kadın Hz. Cabir üzülmesin diye hiçbir şey anlatmaz.Hz. Cabir, Efendimiz (s.a.s.)’i yemeğe davet eder. Efendimiz (s.a.s.) ve Sahabeler eve gelirler. Efendimiz (s.a.s.) ikramı herkese paylaştırır. Efendimiz: “Ya Cabir! İki evladın nerede? Onlar da gelsin, beraber yiyelim.”der. Hz. Cabir hanımına: “Ey Hanım! Resûlullah (s.a.s.) çocukları istiyor, onlar gelmeden yemeğe başlamıyor.” Hanım: “Onların payını ayırdım. Efendimiz (s.a.s) afiyetle yesin, onları beklemesinler.”der. Hz. Cabir bunu iletir. Ancak Efendimiz (s.a.s.) çocukların sofraya gelmesi için ısrar eder. Hanım çaresiz, eşini çocukların odasına götürür ve: “İşte çocukların. Sen odunları toplamaya gittikten sonra başımıza bunlar geldi. Sabrettim, ne sana ne kimseye söyledim. İki Cihan sevinci evimize gelince bizi mahzun görmesin., yemeklerini rahat yesin istedim. Bundan sonrası sana aittir, nasıl bilirsen öyle yap.”
Hz. Cabir iki evladının ölüm haberiyle Efendimiz (s.a.s.)’in yanına gelir ve: “Ya Resûlallah! Çocukların başına bir hal gelmiş, siiz buyrun yemeğinizi yiyin.”der. Efendimiz (s.a.s.): “Nasıl bir hal?”Hz. Cabir de dayanamaz, olanları anlatır. Efendimiz (s.a.s): “Çocuklarını buraya getir.”der. Hz. Cabir çocukların cesedini getirir ve Efendimiz (s.a.s)’in önüne koyar. Ashab- Kiram hayretler içerisindedir. Efendimiz (s.a.s) çocukları böyle görünce üzülür. Allah tarafından gönderilen Cebrail gelir ve şöyle der: “Ya Muhammed! Hak Teâlâ’nın salami var. ‘Habibim dua etsin, ashabı da bu duaya amin desin. Kudretimle, bu çocukları yeniden dirilteyim. Evin hanımı Habibim’e hürmeti hatırına çocuklarının ölümüne sabretti, feryad u figan etmedi. Onun sabrının ve Sen’in hürmetine çocukları dirilteyim.’buyurdu.”
Allah Resûlü bu haberle hamdedip hemen ellerini kaldırır, dua eder, ashabı da ‘amin’ der. İki çocuk da uykudan uyanır gibi gözlerini ovuşturup kalkar, sonra da gelip Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek ellerinden öper. Yemeklerine mutlu bir şekilde devam ederler. ”[4]
Rabbim… Nasıl bir aşkla, sadakatle teslimiyetlehayattan vazgeçme. Baksana!Ben de Onlarla aynı Rabb’e talibim sözde. Bir onlara bir bana bak. Ama ümitsiz değilim. Aşk depolamayacak mıydık yahu? Karınca misaliyim,o zaman.. Beklentisiz. Sadece Rabbim için sevmek ve Onların yolunda olmak ve ölmek…
O zaman bu kıssadan hisse ile; hiç ölmeyecekmiş gibi mi, dünyada olmak yoksa her an ölecekmiş gibi mi hayatı yaşamak dostum?
Can! Ölüm korkusu ile paranoyak olmadan hayatın, nefsimizden, canımızdan hakkını unutmayarak hayatımızı dengelemeye çalışalm. Bak bakalım şu püf noktalara…
İŞTE HAYATI HAYAT KILMANIN PÜF NOKTALARI…
1-“Gözler O’nu görmez, O bütün gözleri görür. O Latif’tir, haberdardır.”[5]
Rabbim’in her an bizi görüyor bilinci ile hayatı yaşamak. Bu bilinç ile insanlık için yaşamak. Bu da hangi mürşid ile olur. Bak Güzeller Güzeli mürşid, cevabı ne güzel hemen veriyor:
“Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?”[6]
O bütün gözleri gören ise, insanlara Rabbi’min gözüyle bakmak ve O gözle değerlendirmek, Rabbi’min eliyle tutmak ve hayatına hayat, can katmak…O zaman hayat koridorunun kapılarını teker teker aşındırarak Ol’duranın senin gözün olmasına erişirsin. Bak gerçekten kolay. Yüzüme öyle afallamış gibi bakma. Sen istemeyi bilmez misin dostum?
Sana sadece şu güzel hayatta ‘Aşkla istemeni’ diyorum. İste ki, can içre can olasın hayatın içinde hayat içre hayat olasın. Göz, kulak, ayak, beden, ruh, ete kemiğe bürünen ve sonra bir bakmışsın aşka bürünen…
“Can ve gönülden iman eden, kalbini her türlü fenâlıktan temizleyen, dili doğruyusöyleyen, gönlünü hoş tutup hâline râzı olan, ahlâkını düzelten (güzel) sözleri dinleyip ibret nazarı ile bakan kurtulmuştur.”[7]
Eveett. Haydi geçelim ikincisine. Aslında bunlar uzundur amma uzatmaya gerek yoktur. Kısa ile anlamak gerek artık şu modern hayatta..
2-Ve düşünün ki Rabbiniz şöyle buyumuştu: “Andolsun ki, şükrederseniz elbette size nimetimi arttırırım.”[8]
Hayatın her karesinde mutluluğu yakalayabilmek ancak ve ancak her hâle mütebessim olmak ile mümkündür. Nefsim sana sesleniyorum! Biraz küçük şeylerle mutlu olmayı bilsene. Niye hep yüksekler, uzaklar, ulaşılamayanlar…
Hayır, hayır. Ulaşalamayacak hiçbir şey yoktur bu hayatta. Yeter ki eşrefü’l insan olarak yaratılan insan, istesin. Rabbim’de “Ol der, olur.”Her şey bu kadardır. Ama olay benim istediğim değil. İşte hayatın sırrı burada devrede cann. Olay Rabbim’in benim için isteği, benim sadece ve sadece O’na olan teslimiyetim..
Hayatta malın eksikliği ne kadar da üzüyor beni Rabbim? Ne zaman bir Mikdad bin Esved’im dediği gibi “Allah’tan ümidim, İslam’ın aziz kalmasıdır. Ben öleyim; ama İslam’ın zillete düştüğünü görmeyeyim!”diyebileceğim gözyaşlarıyla..Ne zaman benim gökte her daim parlayan yıldızım olacaksın Ya Mikdad?
“Size ne nimet gelmişse, Allah’tandır”[9]bilincini ne zaman bedenime, ruhuma yerleştireceğim.
Hayat be! Ben sana yetişebilmek için uğraşmayacağım, sen bana yetiş. Ben deniz kıyısında oturamıyorsam, deniz bana gelsin. Bulunduğun yeri deniz kıyısına çevir, deniz dahi bilmeyen, görmeyenleri düşün ve hayata şükrü bil. Zamana, mekana takılma o zaman. Bulunduğun yeri mutlu bir hayata çevirmeyi, gülistan olmayı becer ki, hayat olsun, can olsun!
“Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin. Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et.”[10]
Bu bilinç ile hayatın içinde ve dışında var olabilene ne mutlu.
Mutluyum. Çünkü biliyorum ki, şah damarımdan da yakın ve beni benden daha iyi anlayan, bilen, derdimle dertlenip, halime dayanamayan Aşkımın Sahibi Rabbi’m var…
Artık sen de mutlu ol dostum. Ol ki, hayatına hayat gelsin.
3-“Ey huzura kavuşmuş nefis! Sen ondan, o senden hoşnut olarak Rabbi’ne dön.”[11]
Bu ayeti sanabu hâle bürüne bir kişi üzerinden açıklamak istiyorum:
“Evliyâullahdan Ma’rûf-ı Kerhî Hazretleri, kalabalık bir meclislerinde va’z ederken o meclisde Hazret-ı Hızır da bulunuyormuş. Cemâattin içinden bir zât da va ‘z esnasında uyuklamaya başlamış. Hızır (a.s.) uyuklayan zâtı dürterek: “Uyuma! Bu zât bi nimettir. Ağzından marifet incileri dökülüyor, dikkat et!”diye tenbih etmiş. Uyuklayan zât manalı bir tavırla kafasını salladıktan sonra biraz dinliyorsa da tekrar uyuklamaya başlıyor. Hızır: “Dinlesene! Bu zât her zaman ele geçmez.”diye adamı tekrardan dürtmüş. O kişi bu defa daha sertçe, Hızır’a başını sallayarak, “Sana ne oluyor?”tavrı ile dinlemeye çalışıyorsa da biraz sonra bu kere dehırıltılı ve sesli bir şekilde uyumaya başlamış. Hızır ise o zâtı daha şiddetli şekilde uyarmış. Bu sefer o zât:
“Eeh! Yeter yahu, Hızır olan kimse insanı rahatsız etmez. Şimdi seni cemâate haber verirsem yakanı zor kurtarırsın.”deyince, Hızır bu hâl karşısında secdeye kapanarak: “Aman Yâ Rabbi! Bu ne işdir? Senin bana verdiğin velilerin listesinde bu isimde ve bu renkde hiçbir zât göremiyorum. “diye niyazda bulunmuş. Allah Hızır’ın sırrına hitâben: “Evet, sen o listede benim bu kulumun ismini göremezsin. Zira sana verilen liste Beni seven velilerin ismini zikreden listedir. Benim sevdikleirmin listesi ise bendedir. Benim kubbemin altında öyle dostlarım vardır ki, onları Benden gayrı kimse bilmez.” buyurmuştur.
Peki hayatta bu nasıl olur a dostum?
Çok kolay can, hayatı biz zorlaştırıyoruz. Yahu aşkla kalk hayatın sabahına. Rabbim’e şükrederek bak aynaya. Rabbim’e olan aşkından dolayı güneş bile doğmakta aceleci, ay da batmakta istemeyici. Her mahluk ‘Yaratan’ı severiz, Yaratan’dan ötürü’ sırrı ile hayatı tutmakta ve tamamlamakta.
Ne mutlu hayatı ve insanlığı tutmaya çalışana… Rabbi’min katında adı olana…
Düşen insanın elinden tuttuğunda bilir misin hem el hem de hayat tuttuğunu, kaldırdığını. İtip bırakmak kolaydır, mühim olan bir canı da hayatta tutabilmektir.
Hayat dış perdeden en umutsuz gözüken anda,Rabbi’m ile kapıların açılması değil de, nedir?
İşte hayat acının, öfekenin, hırsın, nefretin kısacası bütün kötü hasletlerin en doruk noktasında Hz. Meryem’im gibi, dil azasında lal olmak. Gönül azasında ise Rabb ile olmaktır. Bu da anca Rabb ile terbiye olma iledir.
“Beni yaratan elbette yolumu gösterir.”[12]
O halde şu hayat koridorunda Rabbim’in ipine sımsıkı sarılmak lazım ki, düşüp yuvarlanmayalım.
Sonra bir bakmışsın ki Rabbim için yaşadığın hayat koridorundan geçip baki hayata geçiş yapmışsın da fark bile etmemişsin. Öyle hâl içinde bir hayat yaşamışsın ki, melekler bile imrenmişler ve Azrail’im bile: “Haydi, vuslata artık. Biraz da diğer pencereden vazifene devam et.” deyivermiş. Rabbim bize böyle bir hayat bahşet ne olur. Böyle bir baki koridora da, şehadet şerbeti ile nâil olunur.
Ohh! Her hâli Rabb’e ısmarlamak ne rahatlıkmış yahuuu!
Bunları düşünürken ayetlerin samimiyeti ile daha bir aşkla Rabbim’in bahşettiği hayata sarılmaya çalışıyorum:
“Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.Onlar geceleyinpek az uyurlardı.Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi.Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?”[13]
Rabbim hayatıma bu vahyini hayat eyle, eyle ki düştüğümde Sen’in ile kalkayım. Ne güzel der Sadi-i Şirazi: “Allah’ım beni Sen kaldır ki, kimseler yıkamasın.”Amin amin amin caaannn…
Hayat bize Yunus Emre’min dediği gibi:
“Her kancaru döner isem aşk iledir işim benim
Oldur gönülde teşvîşim hem aşkdır yoldaşım benim”
Selam ola, hayat yolcularına…
Mâh-ı Nev…
[1]el-Fatır, 35/ 2.
[2]Kütüb-ü Sitte, Tirmizi, Zuhd 22, (2331).
[3]Müsned-i Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace.
[4] Eşrefoğlu Rûmî, Müzekk’n Nüfus, Sûfî Yay., İst.,2016, 233-234-235.
[5]el-En’am, 6/103.
[6]El-Kamer, 54/32.
[7] İbn Hanbel, V, 147.
[8] İbrahim, 14/7.
[9] Nahl, 16/53.
[10]Tur, 52/48.
[11] Fecr, 89/27-28.
[12] Şuara, 42/78.
[13] Zâriat, 15-21.