Dünya hayati işte..Oyalanıp durduğumuz, kah eğlendiğimiz, kah üzüldüğümüz esas mekanımız için geçiş diyarımız…Ama bu geçiş diyarına öyle takılıyoruz ki, öyle dünya adına işlere kafa takıyoruz ki, an-ı daimlerimiz elimizden kaybolup gidiyor. Bazen imtihan diyoruz, bunalımlara salıyoruz kendimizi, sanki bütün dünyada en büyük dert bizim gibi, büyüte büyüte bu dertlerde boğulup gidiyoruz. Bazen de lafların altında kalmamak uğruna Rabb’in için susmak yerine, kırdıkça kırıyoruz. Bir de üstüne kırılıyoruz. Kafamızı neler olduğunu düşünmek için bencillik girdabından çıkarıp etrafımıza baksak. Vicdanımız ile kalbimize fırsat versek çok güzel olacak. O zaman iç muhasebelerimiz başlayacak. Belki de Hz. Ömer (r.a.) misali akşamları ‘Bugün Rabb’im için ne yaptım? Nefsim ile Rabb’ime giden yollar noktasında bir insanı incitmemek adına ne kadar mücadele verdim. Nefsimi mi seçtim, Rabb’imi mi seçtim mi?’sorularına cevap vermeye çalışsak.  Evet, zor! Ama Rabb’e yakınlık yarattıklarını ‘hoş gör’den geçiyor ise;  O’nun rıza makamı her olaya, şahsa, zamana, mekana ‘eyvallah’ diyebilmek ise gerisi fanidir.

Rabb’imiz insana ruhundan üfleyerek (Hicr-29) topraktan yaratılan insanı, Kendi yüceliği ile Hazret-i insan kıvamına getirmiştir. Ayrıca ‘Kainatta hiçbir yerlere sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.’ müjdesini bizlere vermiştir. Her kul Rabb’inin katında değere maliktir. Hiçbir kul da terazisinde bir kulu tartamaz. Her kulun cevherini Rabb’i bilir. Kul kendisine yerleştirilen cevherleri bildikçe Hazret-i insan tekamülüne ermeye başlayacaktır. Cevherini bil ki, bulasın, olasın. Oldukça da Rabb’ine yaklaşasın. Her anını O’nunla geçirmek için uğraşasın. Rabb’inin tasarrufuna girdikten sonra adımlarını O’nun rızası olmayan bir adım olmasın bilinci ile yaşarsın. O zaman da ne Rabb’inin bu kadar değer verdiği, muhatap aldığı Hazret-i insanı kırmaya cesaret edersin ne de kırılmaya.. Kırmak nedir ki? Bir çift söz ile bitmiştir. Ama gönüller yapmaya gitmek. İşte her yiğidin harcı değildir. Gönüller yapmaya giden derviş gönlüne kırılmama tohumlarını da ekmiş şekilde gider. Çünkü onun kainattaki hiçbir varlıktan beklentisi kalmamıştır. Derdi sadece her daim Rabb’edir. Rabb’i onu yürütür, Rabb’i Kendi katından onu ilmi ile besler. Sadece Rabb’in rızası için yaşar. Bu acziyet ve fakriyetle kırılmama, zaten yüreğine Rabbinin lütfu olarak yerleştirilir. Çünkü Rabb’inden yaşadığı imtihanlara karşı Hz. İbrahim (a.s.) misali, imtihanına sabretmesine karşılık sonucunun güzel olmasını beklemez. Sonuç için sabretmez yani. Sadece Rabb’e olan aşkından dolayı sabreder. Sırf Rabb’in yarattığı insan diye karşısındakine de kırılmaz. Çünkü kırılırsa bilir ki, Rabb’i de kırılmış, üzülmüş olur. Rabb’i için ‘eyvallâh’ der ve yoluna gider. Ancak zâhiren dediği ‘eyvallâh’ı bâtınen; kalbi, aklı, azaları ile de demeye başlar. Asıl o zaman Rabb’inin incinmeme makamına doğru yol almış olur.  Artık onun kalbinde Rabb’inin açmış olduğu hakikat sırları canlanmaya başlar. O artık sırtına yani arkasına dönmez. Kalbine, önüne doğru sürekli ufka bakar.  Rabb’inden başka kimseye tenezzülü yoktur.  Çünkü sadece Rabb’ine olan aşkı ve marifeti ile küçücük bir mahluktan büyük insanoğluna kadar incinmemeye nefsinde savaş açmıştır. Nefis ile mücahede zordur. Hele ki insanlar ile imtihan oluyorsanız daha zordur. Amma, Rabb’in rızası için susarak, kelam israfı yapmayarak, içten de beddua yerine dua ederek Rabb’e dönüş ferahlıktır.

Talebenin biri ders almak için bir gün bir dervişin yanına girmiş. Oldukça da istekli ve meraklı bir talebeymiş. Herşeyi merak ediyor, durmadan soru soruyormuş. Birgün dervişe; “Efendim: şeriat, tarikat ve hakikat nedir?” demiş. Derviş o anda cevap vermemiş. Birlikte camiye namaza gitmişler. Şadırvanda üç adam yan yana abdest alıyormuş. Derviş, talebeye: “Git, şu başta abdest alan adamın ensesine tokat at demiş.”
Talebe gitmiş okkalı bir tokat aşk etmiş.
Adamda hiddetle geriye dönmüş, aynı şekilde tokat atarak karşılık vermiş.
Talebe yüzü kızarmış bir şekilde dervişin yanına geri gelerek “Hocam! Bu ne?”
Derviş ise “Bu şeriattır. Eden karşılığını bulur. Hüküm zahire göredir.”demiş. Sonra derviş talebesine “Git diğer adama da bir tokat at!” diyerek abdest alan diğer adama göndermiş.
Talebe yine denileni yapmış. Adam hiddetle geriye dönmüş, talebeye sinirli sinirli bakmış ve abdest almaya devam etmiş.
Talebe hocasının yanına gelmiş:“Hocam bu ne?” demiş.
Derviş ise “Bu tarikat! Adam tokadın geldiğini biliyor, fakat kimin elinden geldiğini bilmiyor. Onun için dönüp sana hiddetle baktı.” Derviş öğrencisini abdest alan üçüncü adama göndermiş. Talebe aynısından bir tokat da o adama atmış. Adam ise hiç dönüp bakmamış, durumunu hiç bozmamış, hiçbir tepki vermemiş, şevk ile abdestini almaya devam etmiş.
Talebe oldukça şaşırmış, merakla ve hocasına sormuş. “Hocam, peki bu ne?”
Derviş yine “Bu hakikattir. O adam ise tokat nereden gelirse gelsin gelirse gelsin, kimden geldiğini biliyor.”

Yaratılanın kusurlu halini görmemezlikten gelip sadece nefsi ile mücahede halinde olana ne mutlu! Allah Resulü (s.a.s.)’in ‘Kişi sevdiği ile beraberdir.[1] müjdesine yüreğini herkese açana, herkesi Rabb’i için sevene ne mutlu! Kalbinde insanlığın derdini dualar ile filizlendirenlere ve her gün o filizin açılması için ümide, aşka koyulanlara ne mutlu!

 

[1] Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165.