Dil, insan-varlık ilişkisinde bilme, insan-insan ilişkisinde bildirişme aracıdır.

 Bildirişimi sağlayan her türlü gösterge, her türlü araç dil sayıldığı için F. De Saussure dili, “bildirişimi sağlayan göstergeler dizgesi” (Saussure 1998; 46) olarak tanımlamıştır. Doğan Aksan da “dil, düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü çok gelişmiş bir dizge” (Aksan 1985; 55) şeklinde tanımlamaktadır. Dil, varlığın insan algısı içindeki bilgisini işaret eder ve toplumların eşyayı, varlığı algılama, anlamlandırma ve anlatma özelliklerine göre değişiklikler gösterir.

Dilin kökeni ile ilgili görüşler iki temel anlayış içinde değerlendirilir. Bunlardan birincisi ‘tek kökenlilik’ kuramı, ikincisi ise ‘çok kökenlilik’ kuramıdır. Tek kökenliliği savunanlara göre başlangıçta tek dil vardı. Daha sonra bu dilden ağızlar, lehçeler doğmaya başladı ve farklılaşma ilerledikçe bu lehçeler yeni diller haline geldiler. Çok kökenliliği savunanlara göre ise, insanlar farklı coğrafyalarda farklı gruplar halinde yaşamaya başladığı için her grup ayrı bir dil oluşturdu ve daha doğuş aşamasında diller farklıydı.
Türk dilinin kökeni ile ilgili iki önemli görüş vardır. Bunlardan birincisi, Türk dilinin ‘Altay Dil Ailesi’ne mensup olduğunu ve ‘Ana Altayca’ denilen bir ana dilden türediğini savunan görüştür. Ana Altayca; Türkçe, Moğolca, Tunguzca, Mançuca, Nanayca, Japonca, Korece, Aynuca'dan oluşur.

İkincisi ise, Türkçenin ‘Ana Hun Dili’ adı verilen bir ana dilden doğduğunu savunan görüştür. Bu görüşe göre, Türk dilleri kendi başına bir aile oluştururlar. Doğup geliştikleri Ana Hun Dili, milâttan önceki yıllarda üç lehçeye ayrılmıştır. Bu lehçelerden, Batı Hun Lehçesi bugünkü Çuvaşçayı, Kuzey Hun Lehçesi Yakutçayı, Doğu Hun Lehçesi de TürkTatar dillerini, yani diğer Türk lehçelerini doğurmuştur.
Farklı lehçeler hâlinde de olsa, Türkçe bugün Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye gibi yedi bağımsız Türk devletinin resmî dili, devlet dilidir. Çin (Doğu Türkistan), Tacikistan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Makedonya, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna ve Rusya Federasyonu içinde de önemli sayıda Türk yaşamakta ve bu ülkelerin bir bölümündeki özerk bölgelerde Türkçe ikinci resmî dil durumundadır.

Ayrıca Avrupa’da, özellikle Almanya’da önemli sayıda Türk yaşamaktadır. Bugün Almanya’da Almancadan sonra en fazla konuşulan ikinci yerleşik ana dili Türkçedir.

Türk ağız ve lehçelerini yazı dili durumuna getirme düşüncesinin teorisyeni İlminskiy’dir. İlminskiy, Türk ülkelerinde ve bölgelerinde açılan Rus okulları vasıtasıyla, Türk çocuklarını Ruslaştırmayı ve Hristiyanlaştırmayı amaçlıyordu. Bunun için de Türkler için açılan okullarda bir yandan Rusça öğretilirken öte yandan da Türk boylarının ağız ve lehçeleri, birbirinden farklı Kiril (Rus) alfabeleri ile müstakil birer dil gibi öğretiliyordu.

Bugün Türk dünyasında gayritabiî bir şekilde oluşan ve sayısı yirmiyi aşan yazı dilinin varlığı, bu Sovyet-Rus siyasetinin bir sonucudur. Dildeki bu parçalanma ise, bugün Türk dünyasının önündeki en büyük sorundur.

Özbek Edebiyatı büyük bir mirasın, Çağatay Edebiyatı’nın devamıdır. Bu sebeple siyasi ve işgalci kesit ile susturulmuştur.
Stalin’in Özbek aydınlarını sürgün ve cinayetlerle susturmasıyla başlayan bir dönemdir. Çolpan, Batu, Elbek gibi aydınlar katledildiğinden edebiyata tam bir suskunluk dönemi hâkim olmuştur. Bu dönemde tamamen propaganda şiiri baskın durumdadır. Pek çok şair propaganda şiiri yazmak zorunda kaldığından gerçek sanatını ortaya koyamamış ve körelmiştir.

Peyami Sefa'ya katılmamak mümkün değil.
"Bir milleti yok etmek isterseniz askeri istilaya gerek yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısı ile manevi değerlerini, ahlakını ‘bozmak’ ve soysuzlaştırmak kâfidir.”  
Bu meâlde olmak üzere Türk Devletleri olarak tek çatı altında, dağılan dil birliğini ortak alfabe ile birleştirmek lüzumu doğmuştur.
 Dilimize sahip çıkmak namustur. Namusumuza sahip çıkmamız sorumluğu ile sağlıcakla kalın...