Şafak Tavkul Hocamız
anısına mekanı cennet olsun...
Osmanlı Kılıçlarının dünyaya etkisi nedir?
Kanunî zamanında Filipinleri, İspanyollar ya da Portekizliler işgal ediyorlar hangisi işgal ediyor hatırlayamadım ikisinden biri) coğrafya kitaplarında Macellan’ın dünyanın etrafını dolaşıp Filipinleri keşfetti diye geçiyor. Hâlbuki keşif değil o bir işgal, orada yaşayan bir halk var üstelik bu halk Müslüman, kendilerinden daha batıdakilerle ilişki içindeler. Fakat Batılılar için dünyanın etrafını dolaşıp gelince orayı yeni bir dünya gibi algılamışlar, keşfettiklerini düşünmüşler. Hâlbuki burada yaşayanlar Araplarla ticari ilişki içindeler, Osmanlıyı tanıyorlar, bu işgal sırasında Filipinliler düşmanla başa çıkamayınca, Filipin kralı Kanuni’ye bir elçi gönderiyor. Diyor ki “ülkemiz işgal altında, biz size katılıyoruz, artık sizin ülkeniz işgal altında, gelin ülkenizi kurtarın.” Kral, iki elçi gönderiyor, iki yıllık meşakkatli bir yolculuktan sonra bu elçiler İstanbul’a ulaşıyorlar, İstanbul’a ulaştıklarında Kanunî vefat etmiş oluyor, yerine II. Selim geçmiş ve bu elçiler bu mektubu II. Selim’e veriyorlar. II. Selim de bunlara destek olarak bir rivayete göre kırk, bir rivayete göre doksan gemi, Kurtoğlu isimli bir amiralin komutanlığında gönderiyor. Gemilere top döküm ustaları, onu kullanacak ustalar, silah ustaları, kılıç yapan ustalar, kılıç kullanmayı öğretecek ustada var. Orduyu eğitecek koca bir filoyu Filipinlere yolluyorlar fakat Filipinlere giderken Yemen’de isyan başlıyor, Yemen’de bir sene kalmak zorunda kalıyorlar. Birçok tarihçinin ihtilafa düştükleri yer burası, diyorlar ki bu sefer hiçbir zaman yapılmadı, Yemen’de isyan çıkınca mecbur geri döndüler. Fakat kanıtlar öyle söylemiyor, kanıtlar Osmanlı’nın Filipinlere ulaştığını gösteriyor. Bir ara tarihçiler tartıştı, dediler ki, Filipinlere Abdülhamit Han zamanında da oraya yardım gitti. Filipin müzelerine baktığımız zaman Abdülhamit Han’ın gönderdiği kaval toplar, barok üslupla yapışmış süslü püslü toplar. Örgü zırhlar da, kollarında ayetler yazılı… Filipinli bir meraklı bana mail attı, o hatların fotoğrafını yollamış, sülüs yazıyla yazılmış, diyor ki bu sülüs yazıda harflerin aşağıya doğru uzaması Araplarda yoktur, sadece Osmanlı’nın kullandığı bir tarzdır dolayısıyla bunların Osmanlı zırhı olması gerekiyor. Abdülhamit zamanında örgü zırh gitmez, o zaman top tüfek göndermiş.
Bu arda daha enteresan olan şey, tsunami zamanı oraya yardım gittiğinde yardım derneklerinde çalışan arkadaşlar söylemişler biz Türk’üz, Filipinlilere rastlamışlar, tabi Türkçe bilmiyorlar ama diğer herkesten daha iri yarı ve uzun boylular, yani kendilerinin Türk olduğunu iddia eden Filipinliler. Sahil kesiminde yaygın bir sanat “escrıma”, muhtemelen İspanyolcadan, Portekizceden girmiş bir kelime. Polonyalı arkadaşla konuştuktan sonra biz bunun kaybolmuş bir sanatımız olduğunu düşünmeye başladık, onun da Osmanlının oraya gittiği hususunda bilgisi yokmuş, bu olayı anlatınca dedi ki, çok yüksek ihtimal bu escrıma da Osmanlıdan gelme bir dövüş sanatı. Yatağan görmek istedi, hayatında eline yatağan almamış sadece müze kataloglarında ya da kitaplarda görmüş. Biz iki yatağanı ona verdik, yıllardır elindeymiş gibi kullandı, meğer müthiş bir silahmış, o adamın elinde görünce anladık. Çocukluğumuzda evde vardı yatağan, biz onunla odun kırardık. O adam iki yatağan birden kullanıyor, pervane gibi, önüne çıkan bir rakibin böyle bir savaşçı karşısında korunma şansı yok. Escrıma sanatın oradaki insanlara öğretildiğini düşünmeye başladık. Orada yatağana “kali” diyorlar, kılıçtan bozma bir şey olma ihtimali üzerine de tartıştık, Filipin dilinde kelimenin etimolojik olarak bir karşılığı yok, muhtemelen kılış kelimesinden bozma bir kelime “kali” ve unutulmuş bir sanatın orada yaşatılmaya başladığını düşünmeye başladık. Bu konuda bazı kişilerle yazıştım, bizim tarihçilerimiz Batı kaynaklarına bakarak konuştukları için bunu çok kesin bir şekilde reddediyorlar. Böyle bir şey yok, diyorlar. Bizde de biliyorsunuz iki çeşit tarihçi var, milliyetçi tarihçiler bir de tam tersi batıcı tarihçiler, ikisinin ortası da yok, makul olanı alayım, diyen de olmadığı için net bilgiye ulaşamadık ama gönlümüz bunu kabul etti.
Kılıçla hayata geçmiş bir milletin kılıç kullanma tekniği mutlaka var, bu yetenek Türkiye’de intikaya uğramış.
Elimizde okçulukla ilgili kitaplar var ama kullanan kalmamış, sebep olarak da Sultan Mahmut’un meşhur bir dönüşüm projesi var. Sultan Mahmut 1925-26 yıllarında Türk tipi kılıçları yasaklamış ve Avrupa kılıçları üretilmeye başlanmış, Fransız tarzı kılıç kullanılmaya başlanıyor. Dikkat edin o dönemde sonra yapılan Osmanlı kılıçları -antikacılarda görürsünüz- onların çoğu yerli yapım değildir, birçoğu Avrupa yapımıdır, görüntü olarak Osmanlı kılıcıdır ama yerli yapım değildir. Üzerindeki motifler ya da ayetler asit çökertmeyle yapılmıştır, asit çökertme bizde olmayan bir yöntem. 1870’lerde Abdülhamid Han’ın çabalarıyla yapılmış meşhur bir Osmanlı sergisi var, muhtemelen o dönemde turistik amaçlı yapılmış çok fazla kılıç var. Bu kılıçlar antikacılarda geziniyor ve çok ciddi paralar talep ediyorlar ama gerçek antika değil, bunlar kullanılmış kılıçlar değil, turistik amaçlı üretilmiş kılıçlar. Biz kılıcın kalkmasıyla beraber kılıcın nasıl kullanıldığını da bilemez hale geldik. Bir dönem Altan Deliorman vardı -geçen sene rahmetli oldu- onun anlattığı bir şey var, 1950’li yıllarda Haydarpaşa Lisesinde öğrenciyken bir kılıç ustasının yaşadığını öğreniyorlar, çok yaşlı bir ustaymış, koştura koştura yanına gidiyorlar, adam bunları kabul ediyor, duvarında bir tane kılıç, o kılıcı alıyor, bir iki teknik gösteriyor, çok hoşlarına gidiyor, biz de yapalım diyorlar ama kılıcı ellerine alınca öyle kolay bir şey olmadığını görüyorlar. Adam bunları eğitme sözü veriyor ama derslere gidemiyorlar ve adam vefat ediyor, son kılıç ustası o kişiydi, 1950’lerde vefat etmiş. Bu kişiler sınırlı sayıda da olsa bu sanatı dinleyen kişiler ve ben bunlar ile birlikte kılıç çalıştım. Teorik olarak çok çalıştım. ilk defa pratik olarak Master Fikret Yiğit ile çalışma imkanı buldum. Önceki beyanatlarımda kaybolup gitmesinden korktuğumu beyan etmiştim. Ama şimdi kültürel olarak yine küllerinsden doğacağına eminim. Ben ömrümce hep kılıçlarla yatıp kalktım. Biri yurt dışına çıksa bana hediye olarak kılıç getirir. Sizin çalışmalarınız ile teori ve pratik birleşmiş oldu.
Uzak doğu dövüş sanatları diye bütün dünyaya lanse edilen şeyler olduğu gibi bizde de böyle savaş ve dövüş sanatları olması gerekiyor. Ecdadımız bu kadar savaşı kazandıysa bunun arkasında mutlaka bir teknik de var.
İman gücünün yanında kılıçların dizaynı, kullanış şekli çok önemli… Adam sopayı bile kullansa tekniğine göre silahın etkisi değişiyor.
Evet, bizim yaylarımızın menzili 600 metre, Avrupalının yayının menzili 200 metre, iki ordu karşılaştığı zaman hangisi avantajlı, düşman kendi yayının işe yaraması için 200 metreye kadar yaklaşması lazım. Bunlar çok önemli şeyler, kılıcında mutlaka kullanış tekniği vardır, bizim elimizdeki tek referans Cüneyt Arkın.
Kılıcın ekonomik değeri de var, mesela bir samuray kılıcı 100 dolardan 70 bin dolara arasında fiyatları olabiliyor. Bu değeri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizde aileden kalma kılıcı olan onu evin duvarına asar, maddî, manevî değeri vardır. Japonlar bunu sektör haline getirdi, şu anda iyi samuray kılıçları 10 bin dolar ile 70 bin dolar arası fiyatlara satılıyor, çok özel ustaların yaptığı kılıçlar. Sadece Japonlar değil, Çin’de bir aile var, bizim Ninja bir arkadaşımız var kılıçlarını Çin’deki aileden alıyor. Japonya’dan usta kılıçlarını çıkarmak yasak. Şu anda dünyada mevcut üstat eseri kılıcalar da dünya savaşında Amerikalıların çıkardıkları, Hiroşima’dan sonra Japonya’da bayağa ciddi bir talan olmuş, bazen yanlışlıkla Japon imparatorunun kılıcı bile yanlışlıkla satılabiliyor, bir asker almış gelmiş, onun çocukları hibeye koymuşlar, bakıyorsunuz, aslında 100-150 bin dolarlık kılıç bin dolara satılabiliyor. Bunun bir sektöre dönüşme ihtimali vardı ama biz bunu beceremedik. Yurt dışından kılıçla ilgili bir kitap alıyorsunuz, koca tuğla gibi kitabın içinde Türk-İslam kılıçları diye şöyle iki sayfa ayırmışlar, Hz Peygamber’in kılıçları, sahabenin kılıçları, Topkapı Sarayındaki kılıçlar, bir de Fatih Sultan Mehmet’in kılıcını koyarlar bunlardan başka bahsetmezler. Kitabın yarısı şövalye kılıçları, öbür yarısı da Japon katanalarıdır.
Dünyayı bugünkü sınırları içinde değerlendirdikleri için de bakarsınız aslında Selçuklu kılıcıdır ama İran kılıcı diye geçer ya da Babür ürünüdür Hint kılıcı diye geçer, yanlış bilgiler de var. Biz sahip çıkabilseydik bunlara işte, Bursa kılıç kalkanımız var o da turist korkutmaktan başka bir işe yaramıyor, köklü bir geleneği yok, o adamların hakikaten kılıç kullanıp kullanmadığını anlamıyoruz bile. Ama bakıyoruz Ukraynalılar geliyorlar bir şov yapıyorlar, Ukrayna bizim deforme olmuş halimizdir, adam geliyor kılıçlarla bir gösteri yapıyor herkes ağzı açık seyrediyor. Bizde mutlaka bunun çok daha iyisi vardır, unutulmuş. Yeni nesiller bu sanatı yeniden ikame edeceklerine inanıyorum. Allaha Emanet olun.
(Ruhun şad olsun koca yürekli adam...
Dualarımız seninle...)