Kara Tğm. Ebru Eroğlu
Deniz Tğm. Şeyda Yıldırım
Hava Tğm. İkra Kuyumcu
Bu üç kadın, adlarını, Milli Savunma Üniversitesi bünyesindeki kara, deniz ve hava harp okullarının bu yılki dönem birincileri olarak levhaya yazdırdılar.
Üç ayrı kuvvet alanının üçünde de bu üç kadın teğmenin yüzlerce erkek adayın arasından dönem birincileri olarak çıkmış olmalarını tesadüfi bir durum olarak açıklamayamayız.
Kuşkusuz onların dönem birincisi birer subay olarak mezun olmalarındaki kendi kişisel gayretleri ile elde ettikleri başarılarının yeri ve değeri tartışılamaz. Oldukça zorlu olduğunu bildiğimiz eğitim süresi boyunca ortaya koydukları üstün gayret olmasa, elbette bu başarılı sonuç ortaya çıkamazdı.
Ortaya çıkan ve bir kadın yazar olarak beni de ayrıca gururlandıran bu üç ayrı başarı hikayesinin oluşumunda, sadece kişisel gayretlerin ötesinde görmemiz gereken başka bir olgunun daha var olduğunu belirtmek gerekiyor.
Özellikle kendilerini seküler ve modern kimlikleriyle takdim etmekte olan belli çevrelerin yıllar boyunca her türlü iletişim vasıtası üzerinden sürdürdükleri yaygın ajitasyon ile toplumu biçimlendirmeye dönük yürütmüş oldukları algı çalışması bir kez daha tümüyle çökmüştür.
Böylece, artık kimsenin pek de ciddiye almadığı o vesayet döneminin bilindik “Bunlar kadınları eve kapatacaklar; erkeğin kölesi yapacaklar…” biçimindeki söylemlerinin nasıl da içi boş birer küflü yaygara olduğu da orta yere çıkıyordu.
Kadınlar, vesayetin ağır baskısından kurtularak asıl şimdi özgürleşiyor ve bu ülkeyi her alanda gönençli daha da ileriye taşımak için de ayağa kalkıyor…
Kadını süsleyerek balo salonunda erkeğe kavalye yapmayı, sanat için soyunmayı ilericilik ve modernleşme olarak topluma enjekte eden sözde aydın tabakanın gelinen bu aşamayı kavrayabilmesi ve sindirmesi elbette çok kolay olmayacaktır.
Ortada hem sosyolojik bir değişim modeli hem de buna bağlı olarak kadını her alanda yücelten ideolojik bir yönelme vardır. Kadının toplumsal iş bölümündeki rolünü yeniden düzenleyen bu değişimin ulaştığı düzeyi, kadının statüsünü sadece partisindeki kadın kotasını artırmaktan, moda ve reklâm sektörünün bir objesi haline getirmekten ibaret sosyal bir kesim olarak ele alan zihniyetin yakalaması asla mümkün değildir.
Sağlanan bu değişim süreci boyunca kadınlar aşama aşama ilerleyerek toplumsal rollerini ve statülerini yeniden tanımlıyorken, -ki, “sessiz devrim”in stratejik hedefleri arasında bulunan ana argümanlardan bir tanesi de bu idi- bunu yapabilmek için yöneldikleri kaynağı ve gücü yine kendi Türk tarihinin yakın ve uzak derinliklerinde millî bir ruh ile bularak elde ediyorlardı.
Bugün itibariyle kadınlar için gelinen yer ve katedilen mesafe asla küçümsenmemelidir. Üç kadının kara, hava ve deniz branşlarında aynı dönemde birincilik alabilmelerinin yolu işte bu değişimin muhteşem bir eseri olarak görülmelidir.
Yeni dönemin anlayışına uygun olarak, mülki idarede kadın valiler ve kaymakamların göreve getiriliyor olması; güvenlik ile ilgili emniyet ve jandarma birimlerine kadın emniyet müdürlerinin ve komutanlarının atanması; ordu kademelerinde bölük ve tabur düzeyinden tuğgeneralliğe kadar giden bir skala içinde kadınların terfi alması öyle sıradan bir tercih değildir. Bu tercih, kadını bu toplumun eşit bir bireyi olarak hakettiği yere oturması gereğini teslim eden bir anlayışın tezahürüdür. Bunu da sadece kendilerine sunulmuş bir lütuf olarak değil, tam da bu değişimin ortaya çıkması için vesayetin faşizmine karşı üniversite önlerinde ve iknâ odalarında bedeller ödeyen, aralarında kendimin de bulunduğu bir neslin kararlı, omurgalı ve dirençli tutumunda aramalıyız.
Türk kadını asıl şimdi tarihi köklerinden gelen bir şuuru fiile çıkartarak toplumdaki müstesna yerini alıyor. Zira, onun tarih hafızasında ordulara komutanlık eden ve ülkesini saldırgan güçlere karşı başarıyla savunan bir Tomris Hatun figürü durmaktadır. Onun hafızasında daha on yedi yaşında Erzurum tabyalarında işgalcilere karşı silah doğrultmuş bir Nene Hatun dirayeti durmaktadır.
Kadınlarımız sadece savunma alanında değil; bilim, sanat, spor, edebiyat gibi alanlarda da hızla yetkinleşiyor; ve bu alanlarda da cihan âlem ile yarışabilecek olduklarını gösteriyorlar.
Türkiye yükselecek ise, bunu ancak içinde kadınların da yer aldığı bir büyük kuvvet ve ivme meydana getirerek yapabilir.
“Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince” Türk kadını yiğitler doğurur veya yiğitlik doğurur…
Ülkemin ve ülkümün yiğit kadınlarına selâm ve muhabbetle…