TEVHİD SIRRI

Lâ ilâhe illallah: “Allah’tan başka ilah yoktur” demek. Ama o zahirî anlamıdır. Batına gir, ey derviş! Zahirlerde takılma artık. Rabbim’den başka Rabb yok demek. Kalbini Hz. İbrahim gibi, diğer putlardan temizlemek, demek.

Bu nasıl ola ki? Bu sırda neler neler gizlidir. Nedir ki, yahu bir lâ ilâhe illalah? 

Dur işte, öyle değil!

Kalp; hem ilk hem de son merhale bu yolda. Bütün azalar, hisler, dört anâsır-ı erbaada# “Lâ ilâhe illlah” sırrı  kalbe nakşedilir. Nasıl bir sır ki bu, “Lâ ilâhe ilallah” ile tarikatler zikre başlar.

Bu sır; kalbin önce “Hayy” ile temizlenip, dirilmesi sonra da “Kayyum” ile yatışmasına bağlıdır. Sonra zaten artık “Hayyun-Kayyum Allah”olur kalp ki, sadece tevhid içerisinde Rabb ile atmaya başlar.

Ol derviş. Her şey ‘ol’un içindedir. Makam, mansıp sahibinin gerçek sahibi kim, bilirsin. Rabbim için ol. Olduğun zaman kalbindeki tevhit sırrı da, olsun ama. Tevhidden uzak olma ancak ölmeye götürür, bilesin.

Anamızı, babamız var. Evliyiz eşimiz, çocuklarımız var. Çok şükür. Onları çok seviyoruz diyoruz. Bu sevgi; ‘Lâ ilâhe illallah’ ile taçlanıyor mu peki? Yoksa beklentime cevap verdi, vermedi. Sevdim bitti mi? Bitmek olan sevgi mi bu? Yuvarlanıp gidiyoruz şu yalan dünyada diyoruz. Nereye doğru yuvarlanıyoruz ya, peki?

Değil işte derviş. Gerçek tevhid ile yoğrulmada sevgi de, aşk da, doğru yola yuvarlanmada, bitmez. İğne gibi deliğinden her türlü iplikleri geçirmeden, mum gibi her yanı aydınlatmadan nasıl olacaksın? Bak! Rabia’tül Adeviyye Hazretleri’min Hasan Basri Hazretleri’ne ‘iğne, iplik, mum’ hediye ederek verdiği nasihatine:

“Yâ Hasan! Sen âlimsin, ârifsin, zarifsin amma… Bunun ötelerinde öyle muammalar var ki…

O muammaları çözebilmen için, iğne gibi yalın ve her an işde ol! Bir şeyleri birbirine bağla! Söküğü dik, açığı yama, ama hiçbir şeye takılıp kalmadan geç!..

İplik gibi incelinceye kadar riyâzet çek, perhiz yap! Mum gibi kendi varlığını eriterek etrafını ışık saç!..”#

Kolay gibi gözüküyor amma aynı zamanda inceliklerde saklı sanki? Dünyaya daldıkça, derinlerine girdikçe Rabbim’den bu tevhid sırrından uzaklaşıyorum herhalde mürşid? Peki hem Rabbim’den hem de dünyadan nasibimi nasıl alacağım? Bu dengeyi, bu tevhid sırrıyla nasıl sağlayacağım?

Dışarı çıktın. İnsanlığa gülümse. Rabbi’m için sadaka ver. Ama verdiğini ayrıştırma. Ağlayanı gördün, git, sor, yardım et, dertlen derdiyle Rabbim için. Yalpalayarak yürüyeni tut kolundan düzelt, ne olur ki, ölür müsün? Her şekilde herkese yardımda bulun. İğneyi deliğinden geçirme sırrı bu işte cannn..

Asıl olan, tevhidde benim yazmaya gücümün olmadığı, tükenen kelimelerimi dahi sınırlandıran bir sırlar meydanı var. Dönmeye başla bakalım meydan da, neler göreceksin?

Dönmeye başladıkça insanın bu dünyada neyi severse onunla her daim hem-dem olduğunu görüyorum.

Hem-dem olduğun Rabbim ise; her güzelliği, Rabbim’den ötürü, Rabbim’i sevindirmek için yapmayı istiyor isen,tevhid sırrı o zaman açığa çıkıyor. Sır meydanındaki kapılar açılıyor o zaman  dervişim. Bak! Rabbim ne kadar merhametli. Dünya düşünene, isteyene veriyor dünyayı, seriyor önüne her şeyi. O’nu isteyene ise hem burayı hem orayı…

Ama ben Rabbim’i istiyorum mürşidim, ne edeyim Rabbim’siz dünyayı. Aziz Mahmud Hüdayi’min dediği gibi:

    “Neyleyeyim dünyayı, bana Allah’ım gerek      Ehl-i dünya dünyada, ehli ukbâ ukbâda.
      Her biri bir sevdada, bana Allahım gerek,      Gerekmez mâsivâyı, bana Allah’ım gerek,
                 Bana Sultanım gerek.”                                        Bana Sultanım gerek.

Rabbim neden bir insanın aynısından bir tane daha yaratmamış? Hepimizi farklı fıtratlarda ve bedenlerde yaratmış. Kısacası her insan bir tane. Bu bir içinde Rabbim’e giderken nefesler adedince olan yolları aşıp sadece O’nunla tekleşmek değil de nedir tevhid sırrı? Bu yüzden ‘lâ ilâhe illallah’ kalbe iyice ısındırılmalı ki, kullukta yanılsın, tutuşulsun. ‘Lâ ilâhe illallah’ ile kalbi yakmalı ki, o kalpteki çokluklar tek vücud olarak kalsın.

Evet can..Rabbim’den başka Rabb yok ise, kalp misafirhanendeki Rabbleri at, yık, kül et ki orada sadece Mevla kalsın. İşte kalpte başka ilahlar oldukça Rabb nasıl gelsin oraya ki, yine de gelmeye girmeye çalışıyor. Bizi bize bırakmıyor. Yoksa halimiz nice olurdu?

“Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle Allah'a yönelenlere gelince, müjde onlaradır. Haydi müjdele kullarıma. O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır. Fakat o Rablerine sığınarak korunanlar için altlarından ırmaklar akan, üzerlerinden şehnişinler yapılmış, şehnişinli (balkonlu) köşkler vardır. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz.”#

Bu tevhid sırrına vakıf olabilmek için şeytan ile Rabia’tül Adeviyye’min anlaşması gibi anlaşma yapalım mı? Şeytan da vazifede. Var mısın? Ona:“Dur! Bak benim Rabbim ile kâlû belâdan aşk ahdim var, bana ilişme.” deyip anlaşma yap. Bak, tencereler bile zamanla paslanır. Ya kalb? Bunu da en güzel ‘lâ ilâhe illallah’ ile kalbi yenileyerek yap.

Sır Rabbi’ni bilmede. Ama dışarıda değil, tevhid ile içeride. Gir içeriye, keşfet hele bir bakalım…

Muhyiddin İbn-i Arabi’m ne güzel der: “Gel Muhyiddin, hakikat alem içre ağniya.”

Dervis, bak! Ağniya kendisi içi yararlı olan demek bir nevi. İşte iş aynı kapıya çıkıyor. Önemli olan kapıları artık aşıp, içeriye girmek. Bu da tevhide vakıf olmak iledir. Her işte Rabbi’n ile haşir neşir olmak ile ola. Bak bunun için de güzel bir nasihat sana:

“Büyük Mutasavvıf Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüp:
— Ne yapıyorsun? diye sordu. Hizmetçi: “Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.” dedi. Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri: “Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?” dedi. Hizmetçi hastalığının ne olduğunu sordu. Beyazıd Hazretleri: “ Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum.” dedi. Hizmetçi: “Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum.” diye cevap verdi. Tam bu sırada tımarhane parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli, (!) Beyazıd-ı Bestamî Hazretlerine: “Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim.” diye seslendi. Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri, delinin yanına sokularak: “Söyle bakalım, benim derdime çare nedir?” dedi. Deli (!) şu ilâcı tavsiye etti: “Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalb havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam - sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz.” dedi. Bu güzel ilâcı öğrenen Beyazıd Hazretleri: “Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmişler.” deyip oradan ayrıldı.”# Kalp havanında tevhid tokmağı ile dövmek. Hele Ya Rabbi’m! Döv de döv, döv de döv. Kalp tevhidden başka bir şey ile atmasın o zaman..

Umudumu, ümidimi insanlara değil, Rabbim’e bağladım, tevhid sırrı… Rabbim, Rabbim de derviş aşk ile her nefes…

Sonra bir de bu sırra ‘Muhammedü-r Resulullah (s.a.s)’ı’ da eklemelisin. Rabbim yanına sadece aşkını yani, Efendimiz (s.a.s.)’i alıyor. Sırların kapısını aralatıyor bize bu vesile ile. Gidin! Kendiniz bulun, demiyor. Bu cümle ile bize aşkını ilan ediyor… Rabbi’m, nasıl bir Rabb’sin? Sana doyum olmuyor, yandıkça yanıyorum. Söndükçe yine yakıyorsun aşkınla, tevhid sırrınla..

İşin sırrı “İşte tek yetki Hak olan Allah’a aittir (Kehf, 34)” ise neden ben hala tevhid halkasına giremiyorum? Dikenleri görmekten güllere bakamıyorum? Ey nefsim, şeytan sana sesleniyorum. Çekilin ben Rabbim’i tevhid ile birliyorum. Açın yolumu, Rabbim’e gidiyorum..

Eh derviş! Nasıl sırlardır ki yahuu, daha kapıyı açamadık bile. Ama olsun yeter ki Rabbi’m kapısında olalım her dem. O’nun için dertlenelim. O’nun için yanalım. Bari şu yalan dünyaya böyle değsin.