Dünya, belki de uzun zamandır bu kadar büyük bir belirsizliğin içinde olmamıştı. Küresel ölçekte artan savunma harcamaları, devletlerin güvenlik politikalarında radikal dönüşümleri beraberinde getiriyor. ABD, Çin, Rusya, Hindistan ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok devlet, savunma sanayine rekor düzeyde yatırımlar yapıyor. Modern savaş teknolojileri, yapay zekâ destekli sistemler, insansız hava ve kara araçları, hipersonik füzeler artık orduların olmazsa olmazı haline gelmiş durumda. Peki bu hızla büyüyen askeri yatırımlar, yeni bir dünya savaşının habercisi olabilir mi?
Küresel Gerilimler, Güvenlik Reflekslerini Tetikliyor
Ukrayna-Rusya savaşı hâlâ devam ederken, Orta Doğu’da İsrail-Filistin çatışmaları yeni bir kırılma noktasına ulaşmış durumda. Güney Çin Denizi'nde ABD-Çin gerilimi, Tayvan çevresinde tırmanan askeri tatbikatlar ve NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejileri dünya genelinde bir “kriz zinciri”nin halkalarını oluşturuyor. Bu zincir, ülkelerin hem savunma doktrinlerini hem de diplomatik dilini kökten değiştirmiş durumda.
Silah Lobisi ve Küresel Savunma Devleri
Savunma harcamalarındaki artış yalnızca devletlerin tercihine dayanmıyor. Dünyanın önde gelen askeri üreticileri olan Lockheed Martin, Raytheon, BAE Systems, Northrop Grumman, Thales, Leonardo ve Çin merkezli Norinco gibi dev şirketler, küresel güvenlik ortamındaki belirsizliklerden ekonomik fayda sağlayan aktörler olarak öne çıkıyor. Bu firmalar, yalnızca üretici değil aynı zamanda politik süreçlerin perde arkasında yönlendirici konumda. Bazı uzmanlar, bu şirketlerin “silah lobisi” aracılığıyla krizleri bir tür pazar fırsatına dönüştürmeye çalıştığını savunuyor. Bu bağlamda artan askeri harcamaların bir yönü de küresel savunma sektörünün talepleriyle şekilleniyor olabilir.
Tarihten Ders Almak Mümkün mü?
Tarih bize gösteriyor ki büyük savaşlar çoğu zaman büyük silahlanma süreçlerinin ardından gelir. 20. yüzyılın başındaki silahlanma yarışları, önce Birinci Dünya Savaşı’na, ardından daha yıkıcı olan İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlamıştı. Günümüzde ise benzer bir dinamiğin farklı aktörlerle yeniden şekillendiğini görüyoruz. Ancak bu kez tablo biraz daha karmaşık: Nükleer caydırıcılık, ekonomik karşılıklı bağımlılık ve kamuoyunun savaşa karşı daha duyarlı olması, doğrudan bir dünya savaşını frenleyen unsurlar arasında.
Yine de, dünya bir “sürekli kriz hali” içinde savunma sanayiine yatırım yaparken, barışın teminatı olan diplomasi, diyalog ve çok taraflı iş birliği zayıflıyor. Bu durum, topyekûn bir savaştan ziyade sürekli devam eden bölgesel çatışmaların yeni norm haline gelmesine neden olabilir.
Savunma sanayine yapılan yatırımların büyüklüğü, devletlerin geleceğe dair duyduğu kaygının aynasıdır. Ancak bu aynada sadece tehditler değil, aynı zamanda büyük ekonomik çıkarlar da yansıyor. Eğer ülkeler sadece savunmaya yatırım yapar, barışa yatırım yapmazsa, bu gidişatın sonu kaçınılmaz olarak çatışmalar olacaktır. Silahlar konuşmadan önce diplomasinin sesini yükseltmek, insanlık adına en büyük sorumluluğumuzdur.
Florya Gazetesi Haber Merkezi