KÜRESEL DÜNYA’DA YENİ STRATEJİK ETKİNLEŞME YÖNTEMLERİ VE JEOPOLİTİĞİ

Esasında İslâm’ın ilk dönem modernizmi, bilimsel çalışmaları, Eski Dünya’yı Ortaçağ’a taşıması ve Doğu’nun bilimsel çalışmalarını ve buluşlarını Batı’yla tanıştırması, Batı’nın coğrafi keşifler sonucu işgaller ve yağmaları, ardından kölelik Avrupa ve Haçlı Dünyası’nın her anlamda hızla yükselmesini sağladı.

Ardından gelen Sanayiî Devrimi ve makineleşme ile büyük gemilerin de yapılması ile işgâlciler istedikleri ülkede, istedikleri zamanda gerekli askerî üstünlüğü sağladılar.

Haçlı Batı modern bir çağa girerken biz HAM YOBAZ, KABA SOFTA BATAKLIĞI’na düşmüştük.

Hindistan, Çin, Avustralya, Amerika Kıt’ası, Afrika… Batı her yeri topraklarına katmıştı. İşgâlcilerin en büyüğü Birleşik Krallık İngiltere’ydi. Bu arada 16. YY.’a kadar her şeyi kontrol altında tutan krallar ve derebeylerin yerini Küresel Ticareti kontrol altında tutan Büyük Finans ve Yatırım Şirketleri alıyordu. Öyle ki bu şirketler artık devletlere borç veriyordu ki, devletlerin Merkez Bankalarını ele geçiriyorlar, küresel Bankacılık Sistemi ve Para Sistemleri aracılığı ile her şeyi görüyorlardı.

 

Eski hanedanlar ve yeni çoğu Yahudî kökenli şirketlerden oluşan Küresel Çete, devletleri de yönlendirir, yönetir hâle gelmişti.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın nihâi hedefi Türk İmparatorluğu dedikleri Osmanlı Cihan Devleti’ni yok etmek ve Türk Milleti’ni Asya’dan atmaktı.

Olmadı…

Osmanlı yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.

Bàbür Türk Devleti (Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Keşmir, Myanmar) ve Kaçar (İran) Türk Devletleri’ni de yıktılar.

Ortodoks Rus İmparatorluğu yıkıldı. Yerine SSCB ve şimdi Bağımsız Devletler var.

 

Hedef hâlâ HASTA ADAM’ın (Osmanlı) toprakları ve Dünya’nın hammadde kaynaklarının üzerinde yaşayan İslâm Coğrafyası…

 

Özetle Dünya’nın merkezinde istemedikleri bir Müslüman Türk Varlığı var. Çevresinde kendi kuklaları devletçikler var.

Türk’ün organizasyon, teşkilatlandırma, yeniden inisiyatif alma yeteneği var. Tarihî tecrübesi herkesçe mâlum. Coğrafî konumu yeniden süper güç olmaya müsait. Hâsılı çevre devletleri ve halkları yeniden etkisi ve kontrolü altına alabilir.

 

KİM, NE MAKSATLA, NE ZAMAN, NEREDE, NASIL, NE YAPACAK?

Nasıl mücadele edeceğiz?

İslâm Birliği ve D-8 ile birlikte mi?

Türk Devletleri Teşkilâtı ile birlikte mi?

Kuruluşuna öncülük edeceğimiz Osmanlı Milletler Topluluğu ile mi?

Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girerek mi?

AB ve NATO’da etkinleşmeye çalışarak mı?

ABD ve İngiltere başta olmak üzere emperyalist ülkelerde lobicilik yaparak mı?

Nasıl?..

Yukarıda saydıklarımın hiç biri diğerinin alternatifi değil. Esasında cephe hattımızdaki ağırlık merkezlerimiz. Hiç birini tamamen bırakmadan, ağırlık (sıklet) merkezi oluşturmalıyız. Ayrıca yukarıdakiler birçok insanımızın ortak düşünceleri. Özetle; “nasıl savunuruz, korunuruz, tutunuruz?” sorusunun cevap arayışları…

 

Güçlü yanlarımız neler?

Köklü ve diğer milletlerce kabul gören büyük bir tarihimiz var, kurduğumuz merhamet medeniyetimiz var.

Eski Dünya’nın merkezindeyiz.

İslâm Ülkesiyiz. Çevremiz İslâm Ülkelerinden müteşekkil ya da vatandaşlarında Müslümanlar var.

         Güçlü ve güvenilir bir Milletiz ve Devletiz. İslâm Ülkesi olarak Müslüman Halklar tarafından seviliyoruz. Geçmişte bizimle yaşayan Müslüman Halkların (mesela Araplar) gayrimüslim kavimdaşları da bizimle yaşadı ve muhabbet besliyorlar.

         Onbin yıllık Türk Devletler Mirası’nı yüklenmiş bir Türkiye’nin, tüm Türk Dünyası’nda ve Türkler de karşılığı var. Burada gayrimüslim Türklere ulaşmada ne kadar geciktiğimizi ve yavaş davrandığımızı da vicdanlara arz ederim. Hıristiyan Türkler, Musevî (Yahudî) Türkler ki bu gün Yahudî dediğimiz insanların en az %75’i Türk Soylu. İrlanda, İtalya, Finlandiya, Estonya ve İskoçya’da dahî Türk soyluluk gündemde. Çevremizde Yunanistan, Bulgaristan ve Ermenistan’da da Türk Soyluluk konuşulur hâle geldi. İran, Rusya, Pakistan, Çin, Hindistan’da Türk Soyluluk ciddi aidiyet oluşturuyor.

 

         Çok önemli, 300 yıldır İngiltere ve Küresel Çete (Şimdilerde Siyonizm) -ABD ve İngiltere dâhil- ülkelerdeki iktidar, ana muhalefet başta olmak üzere siyasi partiler, Cemaat/Tarikât yapıları, STK ile ayrı ayrı ilişkiler kuruyor.

         Biz neden bunu yapmıyoruz?

 

         Gündem İsrail ve Arap Ülkeleri başta olmak üzere Osmanlı Coğrafyası’nda kurulan devletler ve yaşayan halklar…

         İsrail, Arap Ülkeleri, Balkan Ülkeleri, Kuzey Afrika Ülkeleri…

         Yahudî deyip hepsini düşman ilan ederseniz, hepsi İsrail’in ruh hastası yöneticilerinin arkasında saf tutmaz mı? Onun yerine binbir mezhepleri var, bunlara ayrı ayrı el atılsa, Türk Soylu Musevîlere el atılsa, Türkiye ve Türk Devletleri’nden gidenlere el atılsa… Özellikle muhaliflere ulaşılsa, İsrail’in mevcut anayasasını sorgulayacak kesimler oluşturulsa…

         Mesela, Rusya Dışişleri Bakanı “Hitler Yahudî idi.” dedi. Neden Türkiye ve Arap Ülkeleri’nde bu tez nedenleri ile gündemde tutulmadı? Hâlen İsrail’de ve diaspora Yahudî’lerinde İsrail karşıtlığı o kadar arttı ki neden kullanılmıyor?

         Israrla diyorum ki İsrail=Yahudî değil, Yahudî=Musevî değil.

         Arap=S. Arabistan, Mısır vb. değil. Nerede Memluklu Torunları? Nerede Osmanlı Bakiyeleri?

         Şiî=İran değil. Nerede Osmanlı Şiası?

         Rusya=Rus değil. Rusya’da “Rusya benim ülkem.” diyen Müslümanlar var, Türkler var.

         Yunanistan=Grek (Helen) değil.

         Bulgar=Slav Halkı değil.

         ABD=İngiliz değil… ABD’inde en güçlü lobi Yahudî Lobisi mi? İrlanda Lobisi mi? Yahudî Lobisi Semitist mi? Hazar Türkleri’nin ağırlığı nedir?

 

         Özetle; Osmanlı Medeniyet Coğrafyası yurtiçi gibi değerlendirilmelidir. İsrail Düşmanlığı yerine Netanyahu ve Fanatik Yahudileri tasfiye etmek, daha sonra İsrail Anayasası’nda değişikliğe zorlamak daha uygun bir süreç değil midir?

 

         Bölgemizde, Afrika’da özellikle İslâm Halklarda hem Türkiye’ye hem de R. T. ERDOĞAN’a karşı fevkâlàde bir teveccüh vardır. Bu ülkemizin MİLLİ GÜÇ Unsurları’ndan biri olarak değerlendirilmelidir.

         “En iyi savunma taarruzdur.” Bir harp prensibidir. Ülkemizde çözüm önerileri farklı kesimlerden gelmelidir. Toplum mevcut oldu-bittiyi ballandırarak anlatan haber programları yerine bilincini yükseltecek alternatiflerin konuşulduğu öneriler içeren programlarla yönlendirilmelidir.

         STK, strateji merkez ve enstitüleri hem karar vericilere katkı sağlamak hem de toplumu bilinçlendirmek gibi bir görev üstlenmelidir.