Geleneksel Atlı Okçuluk 1

Tarihi Medeniyetimiz

Kemankeş Şakir Turan

Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Tarihi hafızamızda, kültürel geçmişimizde ve güncel algılarımızda ok ve yay çok değişik yansımalarla yer almıştır. Ben de bu doğrultuda gelenek ve kültürel faaliyetleri öğrenip yaşayıp yaşatmaya adamış bir yörügüm… Doğup büyüdüğüm yer kayı boyu aşiretinin göçüp yerleştiği ve beylikten Osmanlı imparatorluğuna uzanmış bir vilayette dünyaya gelmişim. Atalarımın yaşantısına duyduğum özlem beni okçuluk, binicilik ve kılıçlı eğitimi almaya sevk etti. Türk savaş sanatlarına yönlendirdi. Mutluyum, huzurluyum ve atalarıma karşı bir nebzede olsa vefa borcunu ödemenin haklı gururu var.  
Ne zamandan beri geleneksel okçuluk yapıyorsunuz?
Çocuk yaşta Okçuluğa başladım. İlk zamanlarda başladığımızda bu kadar ilgi yoktu. Sonraları filmlerinde etkisi ile festivaller yapılmaya başladı. Türkiye’nin dört bir yanında etkinliklere ve yarışmalara katılmaya başladık. Şimdilerde okçuluk camiasının en gençleri sayılan 7- 8 yaşlarında çocuk okçularım var. Bundan dolayı çok gururluyum. Son yıllarda ise geleneksel Türk kılıcı ile ilgili çalışıyorum. 
Geleneksel okçuluk tam olarak nedir? 
Ok ve yayla ilgili arkeolojik kanıtlar, okçuluğun insanlık tarihinin en eski çağlarına kadar uzandığını ve pek uzun bir geçmişi olduğunu bize gösteriyor. Bu minvalde yapılan arkeolojik buluntular bize tarih öncesi dönemlerden kalma mağaralarda okçuların resimlerine rastlanmadı.
Orta Asya da Türklerin, bozkırların zor şartlarında kendilerine özgü yaşam tarzları içinde, at ve çadır gibi ok ve yay da önemli bir birçok unsuru hayatın içinde kullandıklarını görmekteyiz. Bu durum her toplumdaki barınma ve yaşam şartlarını içinde olağan bir durummuş gibi algılanabilir. Burada bilgi, sanat ve büyük bir kültür hazinesi kendi içinde barındırmaklar. Bu da onları kendi yaşadıkları zamanın üstünde olduklarını göstermektedir.
 At sırtında okla avlanan bu göçebe insanlar İskitler, Avarlar, Moğollar ve Tatarlar gibi “okçu uluslar” arasında anılmaktadırlar. Moğolların, İskitlerin, Avarların okçu uluslar olarak anılmasını sağlamıştır.
Dediğim gibi okçuluk tarihi insanlığın var oluşundan beri kullanılan bir silahtır. İnsanlar avlanmak için yay kullanmaya başladılar. Zamanla savaşlar da kullanılan bir savaş aleti haline dönüşmüştür. 
Eski Türkler, bugün kullanılan ve benimsenen batılı tarzdaki ok atma biçiminden ziyade geleneksel olarak at sırtında ok atma tekniğini oldukça farklı ve öğrenilmesi çok zor olan bir tekniği kullanmışlardır.
İlk geleneksel okçuluk Osmanlı döneminde kurumsallaşmaya başladığını görüyoruz. Osmanlı Dönemi’nde Orhan Gazi, Bursa’nın fethiyle okçuluk ve atıcılık sahasını yapan ilk hükümdar olma özelliğini taşımış; sonraları ise Gelibolu’da Yıldırım Bayezid tarafından ok meydanı yaptırılmıştır. Beyazıt zamanında temelleri atılıyor, ondan sonra Fatih Sultan Mehmet zamanında yeri belirlenmiş fakat  II. Beyazıt Han zamanında teşkilatlanıyor. Fethi seyrettiği yeri “ok talimgâhı” olarak ayırıyor ve o bölgeyi vakfediyor. Vakfiyesinde bu yer için: “Burası o kadar mühimdir ki buradan sert tırnaklı hayvan geçmeyecek, mümkünse kuş uçurtulmayacaktır.” diye söz eder. Fatih’ten sonra oğlu Beyazıt, resmî olarak orada tekkeyi açıyor. Osmanlılar sporu savaşa hazırlık eğitimi olarak kulanmış ve bilimsel anlamda gerçekleştirmişlerdir. Spor dallarının kendine ait özel teknikleri ile yardımcı bilgileri öğretmek için tekkeler yapılmış olup kabiliyetli ve bilgili öğreticiler genç bireyleri eğitmişlerdir.
Bu meyanda her topluluk okçuluğu geliştirmiş ve farklılıklar oluşmaya başlamıştır.