DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

KÜRESELLESME Mİ YOKSA YERELLEŞME Mİ KAZANACAK?

Modernlik başından beri yapısal olarak küreselleştirici olduğu kadar yerelleştirici de olan bir etkiyi beraberinde getirmiştir. Modernliğin yerelleştirici vasfının arketipik ilk örneği, bireyin tanrısal düzenlere kafa tutan özgürlük arayışında tezahür etmiştir. (İNCE, 2009, s. 259-275) Kendi içinde sürekli olarak yüzyıldan fazla bir süre savaşan Avrupa milletleri, en sonunda bir çeşit uzun bir ateş kese girdi ve hoşgörü kavramı derece derece ortaya çıktı. Gelişmeye olan inanç, 17. Yüzyıldaki Bilimsel devrimin bir sonucu olarak ortaya çıktı. 17. Yüzyılda dünya ve gezegenlerin hareketlerinin kaynağı konusundaki görüş, sonraları Newton’un bulduğu bugün bilinen haliyle, Dünya ile Güneş arasındaki çekimi ölçmesi ile açıklanmaya başlandı. Aklı hâkim kılma arzusu, toplumun yeniden şekillendirilmesini, devlet, ahlak ve teolojiye aklı uygulamayı amaçlayan Aydınlanmayı canlandıran şeydir. Aydınlanma başladığında en güçlü olduğu yer Fransa’ydı ve ilk büyük başarısı ilk büyük modern Ansiklopedi’nin yazılmasıdır. Ve Aydınlanma fikirleri ilk büyük denemesini 18. Yüzyılda Fransız İhtilali ile yaptı. (Hirst, 2011) Yerelleştirici vasıf en tipik ve kurumsal görünümüne ise, milliyetçilik ideolojisinde kavuşmuştur. (İNCE, 2009) Bu gelişmeler Almanlar’da sanat eserleri ve milli kimliklerini arama yönünde etkilere sebep oldu. Bu dönemde gelişen Romantizm hisleri, milliyetçilik düşüncesini de icat etmiş oldu. Bu düşünceler, Alman Birliğinin oluşmasında etkili oldu. Bu görüş Batı toplumlarında o zamandan beri etkili olmuştur. Gelişen Milliyetçilik akımlarının etkisiyle Orta ve Doğu Avrupa’da, özellikle de Balkanlarda 17,18 ve 19. Yüzyıllarda etkin olan İmparatorluklar, 1nci Dünya Savaşı sonunda yıkıldılar. Avrupa’da 1960’larda milliyetçilik akımlarında büyük bir fikri patlama yaşanmış, özgürlük çığlığı dalga dalga tüm dünyaya yayılmıştır. (Hirst, 2011) 

1945 yılında Almanya’nın yenilgisi, ABD’nin zaferi ile sonlanan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasının önde gelen İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkeleri kalkınabilmek ve eski günlere dönebilmek için ABD’nin siyasi/ ekonomik sömürgesi olmayı kurtuluş olarak görmüşlerdi. ABD’nin baskısı ile sanayinin iki temel hammadde olan kömür ve çelik sektörünü güçlendirmek için 1951 yılında Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda birleşerek Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdu. ABD, AKÇT’yi hem siyasi hem de ekonomik olarak sıkı sıkıya kontrolü altına aldı. Gerekli olan tüm sermaye ABD’li şirketler tarafından sağlandı. (ATUN, 2024) İkinci adım olarak ABD, kendi ihracat pazarını genişletmek, küresel ekonomiye ve finans dünyasına hükmetmek için AKÇT üyeleri ile İngiltere’ye adeta aba altından sopa göstererek ellerindeki sömürgelerine bağımsızlık vermeye zorladı. Avrupa ülkelerinin sömürgelerine bağımsızlık vermeleri 1967 yılına kadar sürdü. Fransa da sanki sömürgelerine bağımsızlık vermiş gibi yapıp, kritik madenlere sahip sömürgelerini perde arkasından farklı gizli – açık yöntemlerle yönetmeye günümüze kadar devam etti. (ATUN, 2024)  Günümüze gelecek olursak; İngiltere’de Temmuz’da, ABD’de Kasım ayının ilk haftalarında seçimler yapılacak. Avrupa Birliğinde ise seçimler 07 Haziran Perşembe sabahı başlayacak ve Pazar akşamı bitecek. İngiltere’de seçimlerinde küresel politikalara eğimli Muhafazakarların iktidarı kaybedeceği, ana muhalefet partisi olan İşçi Partisi'nin de seçimi kazanacağı kesin. Avrupa Birliği seçimlerinde ise milliyetçi ve muhafazakâr partiler yükseliş, Liberal ve Yeşiller partileri ise düşüş yolunda. Milliyetçi ve muhafazakâr partiler yükselişe rağmen, bir grup ABD taraftarı, diğeri de ABD karşıtı. Gidişat, Avrupa Birliği’nin oluşum prensiplerine aykırı doğrultuda. Özellikle küreselci politikaların Avrupa’daki temsilcisi olan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un listesinin içinde yer aldığı Avrupa’yı Yenileme Grubu (Renew Europe) yüzde 17’lik bir kayıp yaşayacak. Buna karşın milliyetçilerin oluşturduğu Kimlik ve Demokrasi Grubu (Identity and Democracy) iki sıra birden yükselip 4’üncü sıraya oturacak. Avrupa Parlamentosu'nun gündemine “Avrupa Birliği'ndeki veto haklarının sona erdirilmesi veya oybirliği ile oylama ve karar alma süreçlerine son vermek” konusunun girecek olması. Geçtiğimiz 12 ay boyunca Avrupa Birliği vatandaşı on binlerce kişi fikirlerini, Avrupa Birliği'nin geleceği ve endişelerinin tartışıldığı “Avrupa'nın Geleceği Konferansı”na iletti. Konferanstan çıkan en önemli sonuç “Avrupa Birliği'nin yarının dünyasında ayakta kalabilmesi için reform yapması ve Avrupa Birliği'ndeki veto haklarının sona erdirilmesi ve kararların oyçokluğu ile alınması” oldu. (ATUN, 2024)

Öte yandan, tüm dünyanın gözleri önünde 8 aydır canlı yayınlarla izlenen, İsrail’in Gazze Katliamı; Özellikle ABD ve batı ülkelerinde Üniversiteler başta olmak üzere, geniş toplum kesimlerinde, hükümetlerin tüm baskılarına rağmen, ısrarlı – yaygın protestolara sahne oluyor. Bu durum, Müslüman olmayan toplumlarda bile büyük bir vicdani uyanış ve dönüşümün sinyallerini vermekte. Küreselci politikalara karşı tüm dünyada açık bir karşı çıkış var. İsrail’in çok şiddetli ve pervasızca işlediği insanlık suçu, Müslüman olmayan Güney Afrika’nın İsrail'e karşı ‘soykırım’ suçlamasıyla açtığı dava Lahey’de devam ediyor. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, “Gazze'deki Filistin halkına soykırım yaptığı” gerekçesiyle İsrail hakkında açtığı davanın, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’ndaki kamuya açık ilk duruşması tamamlandı. Güney Afrika’nın açtığı davaya Türkiye’nin müdahil olarak katılması ile tüm dünyada yankı yaptı. (Türkçe, 2024) Birleşmiş Milletler ‘in Filistin devletini tanıması önerisiyle Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylamada ABD veto kullanarak Filistinlilerin kuruluşa tam üyeliğini engelledi. (BBC News, 2024) BM Genel Kurulu, Filistin'in BM üyeliğinin BMGK'de tekrar görüşülmesi ve gözlemci statüsünde olan Filistin'e bazı ilave haklar tanınması talep edilen karar tasarısını kabul ettiği oylama, BM Genel Kurulu'nda düzenlenen acil oturumda yapıldı. Türkiye'nin yanı sıra 80'e yakın ülkenin ortak sunucusu olduğu karar tasarısı, 193 üyeli BM Genel Kurulu'nda 143 "evet" oyuyla kabul edildi. (Haber, 2024)

Görüldüğü üzere, BM’de Filistin lehine ezici bir çoğunlukla alınan hak ve adalet yönündeki kararlara, dünyadaki en küreselci devlet ABD’nin korkunç derecedeki baskısına rağmen alınıyor. İnsanlık, artık küreselci politikalar gereği kan ve gözyaşı dökülmesine, ülkelerin işgal edilmesine, katliam yapılmasına ne pahasına olursa olsun karşı çıkıyor. Gidişata bakılırsa, dünya küreselci güçlerin elinden son 150 yıldır çok çekti ve artık ne pahasına olursa olsun kurtulmak istiyor.  Küreselci iradenin baskın olduğu başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın liderliğini yaptığı AB Ülkeleri, Rusya ve Çin birer maşa gibi küreselci baronların birer oyuncak gibi. Dünya Gizli Devleti; iradesini Masonik yapılanmalar üzerinden gösteriyor.  Yerelleşme taraftarı olan insanların yaşadığı ülkeler, küçük de olsalar, sesleri yükselmeye başladı.

Yerelleşmenin küresel süreçlere bir direnci mi, yoksa düz ara bir uyarlanmayı mı ifade ettiği sorusu, küresel toplumsal yaşamın geleceğini anlamlandırmak bakımından son derece önemli bir sorudur. Bazı yazarlar, küreselleşmenin, tikellikler aracılığıyla işleyen bir süreç olduğunu düşünmekte ve küresel ile yerel arasındaki ilişkiyi diyalektik bir ilişki olarak kavramaktadırlar. Buna göre, küreselleşme sürecinde küresel olan kadar yerel olanın da tayin edici/biçimlendirici bir rolü vardır. Küreselleşme, modernliğin çelişkilerinin tüm dünya sathına yayılmasını olanaklı kılan bir süreçtir. Modernlik deneyimi, başından beri evrensel-tikel, birey-toplum, özne-yapı, bilgi-değer, hakikat-doğa, özgürlük-akıl ve teori-pratik gibi bir dizi yapısal çelişkiyi bünyesinde taşıyan tarihsel bir deneyim olmuştur. Küresel-yerel çelişkisine bu açıdan bakmak; başından beri küreselleştirici olduğu kadar yerelleştirici de olan modernliği yapısal çelişkileriyle birlikte değerlendirmek son derece önemlidir (İNCE, 2009)

Küreselleşmenin avantajını sadece BM’nin 5 büyük emperyal devleti görebilir. Bunun tersi ise, görece daha küçük devletler ile gelişmekte olan ülkeler ve 3ncü Dünya Ülkeleri zararını görür. Küreselleşme olgusunu, postkoloniyal  sömürünün bir başka yolu olarak gören büyük devletler kendi lehlerine kullanırlar. Küçük ülkeler sınırlarını ve insanlarını, kaynaklarını koruyamazlar.  

Yerelleşme ise, küçük ülkelere de hayat alanı ve fırsatı sunar. Milli ve manevi ülkülerini daha kolay koruyabilirler. Tüm dünyayı tek bir merkezden, tek bir devletmiş gibi yönetmeye kalkan küreselciler, kendilerine karşı duran her devleti ve yöneticilerini yok etmekten çekinmezler.

ABD, gibi küreselci iradenin en görünür temsilcisi dahi, kendi ülkesinin eyaletlerindeki üniversitelerindeki insanlık vicdanının sesini kısmakta zorlanıyor. Bunlara bakarak, diyebiliriz ki; eninde sonunda insanlığın hür sesi YERELLESME kazanacak.