“Ayıp, günah, yasak” üçgeni kırıldıkça...


* * *
Bugün Londra’daki Hyde Park’ta çiftlerin sevişmesine polis ses çıkartmaz; ancak bir koşulla, kadın erkeğin üstündeyse... İşin içinde bir zorbalık bulunmadığı iyice belirgin olsun diye...
* * *
Çağlar, yaşamı eskisinden daha kolaylaştırmaya dönük olarak değişirler. Uygarlık da budur zaten; yaşamı daha kolaylaştırıp, daha güzelleştirmeye dönük çabaların tümü...
* * *
Binlerce yıldan bu yana, nice nice engel ve engelleme canım dünyayı zehir zıkkım etmiştir insanoğluna...
* * *
Örneğin aşk engelleri...
Sevdiği kız, yahut erkekle birlikte olamamak...
Yahut parasızlığın getirdiği engeller; dilediği giysileri alamamak, dilediği yerlerde gezip tozamamak, dilediği yerlerde oturamamak...
* * *
Yahut hastalıkların yarattığı engeller... Diabet rejimleri, yüksek tansiyon rejimleri, ülser rejimleri...
* * *
Bütün bu engellerin tek tek hızla çözümlendiği ve çözümleneceği dönemlere doğru gidiyor dünya.
* * *
Aşk engelleri babaannemin yaşadığı zamanlardaki gibi mi?
* * *
Zavallı babaannem genç kızlığında erkek arkadaşlarıyla ne bir sinemaya gidebildi, ne bir plaja, ne bir diskoya...
* * *
Dedelerimiz de öyle...
Hiç değilse yaşlılıklarında tanışabilselerdi televizyonla. En azından ömür sonu yalnızlıklarıyla can sıkıntıları bir hayli hafiflerdi.
* * *
Hiç kuşkunuz olmasın parasızlık engelleri de aşılacak.
Nasıl mı aşılacak?
İnsan neden para kazanamaz, önce ona bakmalı.
* * *
Enerjisini piyasası olan, yahut piyasasını yaratacağı bir beceriye dönüştüremediği için...
* * *
Buğday eken bir köylünün kendine, küçük tip bir köylü villası yapacak kadar ne parası olur, ne de görgü ve zevk birikimi.
* * *
O köylü, enerjisini daha çok para getirecek bir beceriye dönüştürebilse...
* * *
Örneğin dünya sebze fiyatlarıyla, taşıyıcı fiyatlarını her gün izleyebilecek kadar İngilizce öğrense...
Durumu hemen yırtar...
* * *
Bu yüzyılın sonuna doğru; ne o kadar köy, ne buğday köylüsü kalacak, ne de o kadar İngilizceyi bilmeyen kimse...
* * *
Türkler, yaşamı daha kolaylaştırıp, daha güzelleştirme çabalarını daha çok benimseseler; bugün kendi yaptıkları engellerin çoğunu aşıp, çok daha ballı börekli yaşayabilirlerdi.
* * *
“Ayıp, günah, yasak” üçlüsünün barikatlarını bir daha gözden geçirmek gerek...
* * *
Ayıp olan ne; kız çocuklarını Kuran kursu yerine, doğru dürüst bir okula göndermek mi?
Günah olan ne; kadının berbere gitmesi mi?
Yasak olan ne; tiyatroda korkak bir general portresi çizmek mi?
* * *
Kadınları, kafalarının içi ve dışıyla çirkinleştirince daha mı iyi çıkıyor hayatın tadı?
* * *
Yahut yöneticilerin de tıpkı yönetilenler gibi insan olduklarını anlatıp gösterince; kimseyi putlaştırmadan yaşama hakkının komplekssiz güzelliği, geriye mi sayıyor?
* * *
Kadınlar güzelleştikçe, insanlar düşüncelerini ve gözlemlerini özgürce ortaya koydukça; yani toplum, bir yığın anlamsız engelin kösteklerinden kurtuldukça; yaşamı bir eziyet olmaktan çıkarıp, öylesine bir keyif cümbüşü haline getirmeye başlar ki, işte ona da “uygar toplumlar” deniyor...
* * *
Işıklı caddeleri, kesilmeyen suları, akan trafiği, beleşçiliğe sıvanmayan girişimcileri, güzel kadınları, okumuş kızları, yaratıcı sanatçıları, albenili kentleriyle uygar toplumlar...
* * *
Zamanla mekânı ve akılla estetiği en ustaca kullanabilen toplumlar.
* * *
Yaşamı zehir zıkkım eden engellerin kalkmasında bilimcilerle sanatçıların çok büyük rolü oldu...
* * *
Gerçi Türkler “Ayıp, günah, yasak” üçgeni içinde biraz gerisinde kaldılar bu gidişin ama; genç kuşaklar yavaş yavaş çakıyorlar durumu.
* * *
Eski hipnozların zokasını, daha öncekiler kadar kolayından yemiyorlar.