Bu günlerde okullara ders olarak konulacak OSMANLICA polemiği var.

Muhalefet, herzaman olduğu gibi, bu mevzuya da balıklama atladı ve ahkâm kesiyor.

Yok, Osmanlıca diye bir dil yokmuş. Olsa olsa, Osmanlıca Türkcesi olurmuş.

Yok, bu dili okumaya ne gerek varmış, mezar taşlarını mı okuyacakmışız.

Yok, asıl maksad iktidar, arap alfabesine dönmek isteniyormuş. (Adam kendini latinlere daha fazla yakın hissediyor olmalı)

Bakalım, daha ne inciler döktürecekler. Bu ana muhalefeti, bu gibi konularda fikir beyan ederken, dinliyor ve çok keyifleniyorum. Kendilerini nasıl da kaptırıp, hiç düşünmeden akıllarına geleni, hemen de söyleyiveriyorlar. Yâhu, bu söylediklerimiz nasıl anlaşılır, bu lafın sonu nereye varır, milletin çoğunluğu bu konuda bize hak verir mi, vermez mi? hiç düşünmeden atıp-tutuyorlar. Bunun için de, gün geçtikce azalıyor, yalnızlaşıyorlar. İşin tuhafı bu lafları söylerken çok heyecanla ve çok doğru bir şeyler söylüyor havasında söylüyorlar. Sadece kendileri gibi düşünen kimselerle düşüp-kalktıkları ve konuştukları için, herkes bu söylediklerimizi tasvip edecek, tasdik edecek ve beğenecek zannediyorlar.

Vah, zavallılar vah!

Onların bu hali, çoban ile ağanın hikayesine benziyor. Bir ağanın koyunlarını güden çobanı, şiddetli soğuktan koyunların ölmeye başlaması ile, telaşa kapılır ve bâri ağaya haber vereyim der ve köye koşar.  Ağanın şehre gittiğini söylerler.  Şehre koşar. Ağanın uğradığı yerlerde ağayı sorar. Şehir hamamına gitti derler. Hemen hamama koşar. Telaşla hamamcıya, ağanın burda olup olamadığını soarar. Hamamcı, ”göbek taşında terliyor” der. Hemen göbek taşına koşar ve ağaya; ”ağam koyunlar soğuktan ölüyor” der. Göbek taşında buram-buram terleyen ağa, telaşlı çobanı karşısında görüp, söylediklerini işitince, anlayamaz ve;

– Hiç bu sıcakta, soğuktan koyun mu ölür? be adam der.

Hamamda terleyen ağanın, dağdaki soguktan ne haberi olur. Daha önceki makalelerimde yazdım, bu adamlar hiç mi sokakta-çarşıda gezmezler? Millet ne düşünür ne söyler. Hep dar bir çerçevede kendileri söyler, kendileri mi oynar. Bütün dünya değişiyor, millet değişiyor, bunlarda bir kıpıdama yok. Çok gerilerde kalmışlar. Vaktiyle muhafazakar kesime, GERİCİ deyip, hor görüp hakaret eden bu insanlar, o kadar geride kalmışlar ki, artık onlar olmuş GERİCİ. Gerçekten bunlar, değişen dünyayı, değişen ortamı bir türlü algılayamayan MÜRTECİLER olmuşlar.

Yâhu, Osmanlı yetmiş iki milleti  altıyüz yıl, bir arada tutmuş. Bunlarla üç dilden (Türkce, Arabca ve Farscadan)  beslenen bir dil ile konuşup anlaşmış, binlerce eser bu dille yazılmış. Osmanlıca, bu yüksek medeniyetin zenginliğine ve derinliğine sahip.

Sen, sığ akıllı zavallı, o zengnlik ve derinliğe akıl erdirebilecek çapta mısın?

Cumhuriyet döneminde, batılıların oyununa gelip, öz türkçe diye bir dava tutturup, Nasreddin hocanın, leyleğin biraz ayağından, biraz kanatlarından ve biraz da gagasından kesip, hah!  şimdi bir kuşa benzedin dediği gibi …

Siz! dil mi bıraktınız ki ortada? TÜRKÇE diye bir dilden bahsediyorsun? (Siz derken, bu zihniyete sahip herkesi, bahsediyorsun derken de, bu cümleyi söyleyeni kasdediyorum.)

Akılları sadece boğazına (yeyip-içmeğe) ve cinselliğe takılıp kalmış insanların, böyle derin ve ince meseleleri idrak edip değerlendirmesi elbette beklenemez. Ama haddini bilmemek gerçekten kötü bir şey, insanı çok gülünç durumlara düşürüyor.

Rahmetlik babam; ”oğlum! söyleyecek laf çok, ama ceremeye verecek para yok” derdi. Ne kadar da doğru bir söz.

Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler. Kalın sağlıcakla. Selam ve duaalarımla …

Ali YÜKSEL

[email protected]