Haçlı-siyonist dünyasının Müslüman Türk Milleti’nden dolayı korkuya kapılması, hak ve adalet üzerine olunduğunun bir kanıtıdır.

Seküler-laik devletin bedeni yani nefsi; Müslüman milletin ise ruhi yani vicdani oluşları öyle bir çelişki doğurmuş ki, neden geçmişteki gibi hâkim değil de tutsaklığa razı olabildiğimizi ortaya koymaktadır.  

Yüz yıllarca Allah’ın düzenini yeryüzünde egemen kılabilmek amacıyla kıtalar aşarak fetihler gerçekleştirmek suretiyle hak ve adalet için küfre karşı amansız mücadeleler veren Müslüman Türkleri, diğer Müslüman toplumlardan ayıran özellik, her ne şartta olursa olsun kendilerine fiyat etiketi koymamaları; şehadet uğruna teslim olmamaları; savaştan zerre kadar kaygı duymamaları; dünya nimetleri için ahiret yurdunu satmamaları; Allah’ın kayıtsız-şartsız iradesine bağlılık olan İslam’a yüz çevirmemeleri; gücü ve istikbali nefiste değil Allah’ta aramalarındandır.

Müslüman Türk Milleti idrak kabiliyeti öyle yüksek bir ümmettir ki, nasıl olsa öleceğini bilerek şehit olmaktan asla korkmamış, kaçmamış, haksızlık ve adaletsizliğe fırsat tanımayarak emperyalistlere diz çökmemiştir. Onlar, ne sayı ne de silah gücüne değil iman gücüne dayanarak zalimlerin zulümlerini engellemişler; dolayısıyla İslam’ın, diğer bir ifadeyle insanlığın bayraktarı olmuşlardır.

Oysa diğer İslam referanslı iktidarların yakın tarihte küfre karşı hiçbir savaşları mevcut olmayıp, sadece birbirlerine karşı üstünlük taslayabilmek maksadıyla zalimlerden yana tavır aldıkları ve nefislerine kul olmalarından Müslümanları katlettikleri bir gerçektir. Dolayısıyla şeytan dostlarının meydan okuyabilmeleri karşısında materyalist çıkarlarını İslam’dan ve insanlıktan önemli sayan o devletler, zalimlikte, pespayelikte ve riyakârlıkta çok daha beterdirler. Ancak devlet olamayıp küfre karşı mücadele veren cihadi örgütler istisnadır! 

Müslüman Türk Milleti, insanlığa hizmete, Allah’a hizmetle ulaşmıştır. Çünkü İslam, insana değil Allah’a hizmettir! Dolayısıyla Allah’a hizmet, otomatikman insana hatta hayvana ve diğer canlılara hizmeti doğurur.

Müslümanların gücü Allah ile; diğerlerininki ise şeytanın gücü ile orantılıdır! Bu sebeple Müslüman Türk Milleti, gücü Allah’tan aldığı için haçlı-siyonist’lere dünyayı dar etmiş ve kurdukları koalisyonlara rağmen inlerinden başlarını çıkaramamışlardır.

Ne var ki, Müslüman Türk Milleti’nin çağdaşlık manipülasyonuyla laikliğe geçişiyle birlikte çöküntüye uğramış; geçmişte boyun eğdirdiklerine tutsak olabilmiştir.

Müslüman Türk Milleti’nin İslam ile elde ettiği şeref öylesine elimine edilip hak ve adalet lağvedilmiş ki, geçmişin müminleriyle günümüzdekiler kıyaslandığında zaferden tek bir eser kalmadığı düşünülse de, hem 15 Temmuz darbe karşıtlığı hem de yedi düvele karşı konulan Afrin Savaşı ile haykırışların tükenmediği kanıtlamıştır.

Bir avuç iken koca ordulara karşı yılmadan mücadele eden Müslüman Türklerin, devletken susabilmeleri mümkün değildir. Allah yani hak ve adalet yolunda şehid düşmeyi ölümsüzlük addeden Müslüman bir millet, mutlaka şehidlerinin pıhtılaşmış kanlarından dirileşerek barbarlara had bildirmeye kâfidir.

Allah’ın hüküm sürdüğü âlemde nasıl ki şeytan galebe çalamaz ise, Müslüman’ın olduğu diyarda da küfür yani haksızlık ve adaletsizlik var olamaz. Müslümanların zilleti sindirebilmesi, hor ve hakir kalabilmesi, batılın esaretine razı olabilmesi, ölmekten veya öldürülmekten korkması, hak ve adaleti egemen kılamaması imanlarıyla çelişen bir alçaklıktır.  

Unutulmamalıdır ki, bilim ve teknolojinin gelişmediği dönemlerde hüküm süren Müslüman Türklerin nükleer silahları değil nükleer imanları var ise, bugünde Allah ve koşulları güden kader aynıdır! Lakin din dışı laik devlet, Müslümanların karşı konamaz imansal bu silahını ellerinden almış; ABD, Rusya, Fransa, Çin ve İngiltere gibi küfrün ardına takarak kelepçelere mahkûm kılmıştır.

Ancak yaratıcıları Allah’a dayanıp güvenen Müslümanlar, asla nükleer imandan vazgeçmemiş; karşılarındaki nükleer silahların güçlü, yıkıcı ve mutlak olduğuna inanmadıklarından zaferlerle taltif edilmişlerdir. Nükleer imanın ardında Allah var ise, nükleer silahın arkasındaki beşerin galebe çalabilmesi imkânsızdır. Dolayısıyla nükleer silaha sahip olmaktan ise nükleer imana sahip olunmalı ki, adil bir dünya oluşabilsin, ahiretin tadı hissedilebilsin!     

İşte Müslüman Türk Milleti, adil bir dünyanın var olabilmesi adına nefsi rab edinen azgınlardan kaçmayıp kovalamış; korkmayıp savaşmış; susmayıp haykırmış; nefsi değil vahyi düşünmüş; kötüye hoşgörü göstermeyip iyilik lehine sert davranmış; yağmalamayıp ihtiyaçları gidermiş; mazlumlara karşı müsamahada bulunmayı ilke edinmiş; sabır ve hayırda cömert olmuş; dil ve ırk hezeyanı taşımamış; Allah için hak ve adalet adına öyle dimdik durarak insanlığı yüceltmiş ki, dâhili ve harici haçlı-siyonist’lerin yegâne düşmanı sayılmışlardır.

Ancak içimizde Türk oldukları halde İslam hasmı düşman olan fevkalade büyük bir kitle bulunmasına rağmen ne Allah’ın ne Resulü’nün ne de Kur’an’ın nurunu söndürememişler; dayandıkları küfrün döküntüleri olmaktan ileri gidememişlerdir.    

Dil, ırk, kültür, millet, ulus bağlılığı bir yana; velev ki, ana, baba ve kardeş dahi olsa yaratıcı Allah’a, Resulüne ve Kur’an’a saygı duymayan ve boyun eğmeyene asla saygı duyma ki, aleyhinde Allah’a delil vermemiş olasın! Yoksa onlar gibi çöpten farksız olunur.

Ey Müslüman Türk! İslam’la şereflenmiş halife olarak dünyanın kulsal sahiplerindensin. Hiçbir beşeri güç yoktur ki, sana zincir vurabilsin; hiçbir nükleer silah yoktur ki, nükleer imanını yenebilsin; yaratıcı Allah’ın sana savaşı farz kılıp cennetiyle müjdelemiş ise; şüphe ve tereddüt geçirmek suretiyle zaafa düşüp hakkını alçaklara yedirme; ecdadının başarısı nasıl küfre karşı yaptığı savaş ise, seni de dünyaya hâkim kıldıracak olan savaştır. Şeytanın sürdürdüğü bitmek-tükenmek olmayan savaşla kötülükler devam ediyorsa; iyiliğin savaşına barış, demokrasi, laiklik ve hümanizm gerekçeleriyle önüne geçilebilmek mümkün değildir. Dünya için değil ahiret için savaşan bir Müslüman’ın ABD, Rusya, Fransa, Çin, İngiltere ve İsrail gibi haçlı-siyonist’lerden çekinebilmesi ALLAH’a ve insanlığa ihanettir. Yaşayabilmek için savaşan ile şehit olabilmek için savaş bir olur mu?

 “Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” Al-i İmran 146

Reklamlar