Bundan böyle Meclis’te hiçbir gerilim yaşanmayacak...    Ne yumruk yumruğa gelme olacak, ne yerlerde boğaz sıkma, ne de:
-Böyle bir iddia; namussuzluktur, şerefsizliktir, ahlaksızlıktır, haysiyetsizliktir, dangalaklıktır, kaz kafalılıktır, rezilliktir, kelekliktir, gerzekliktir, iftiradır, diye bağırmalar...
* * *
Bundan böyle hem benzine hiç zam olmayacak, hem de ticari olmayan özel araçlara akaryakıt bedava verilecek...
* * *
Bundan böyle 10 yıl boyunca “uzay” tatilini de içeren “turizm turları”nın biletleri; apartman kapıcıları aracılığıyla, bedeli turlardan sonra ödemek üzere satılacak...
* * *
Bundan böyle Arap ülkelerindeki silahlı çatışmalarda ölenlerin heykelleri “Güney Kutbu”na, öldürenlerin heykelleri “Kuzey Kutbu”na dikilecek...
* * *
1 Nisan pazara rastlayınca, birkaç tane de “1 Nisan” şakası yapmak, biraz da kaçınılmaz oluyor.
* * *
16’ncı yüzyılın ortalarına kadar 1 Nisan yılbaşıydı.
Fransa kıralı IX. Charles’in bir emriyle; yılbaşları 1 Nisan’dan, 1 Ocak’a taşınınca; daha önceleri 1 Nisan’da, gerek ailelerin içinde, gerek yakın tanıdıklar arasında birbirlerine verilen “yılbaşı hediyeleri” yine devam etti; ama bir “şaka”, bir “kandırmaca” olarak...
* * *
1 Nisan kandırmacalarına, “nisan balığı” denmesinin nedeni de; nisan başında güneşin, “balık burcu”ndan çıkması...
* * *
Küçük bir balık, bir istiridyeyle harika bir aşk gecesi yaşamış.
Sabaha karşı balık ayrılıp gidince, istiridye:
-Ah çok güzeldi çok güzel, diye içini çekmiş.
* * *
Ama biraz sonra görmüş ki, kendisiyle bütün gece sevişmiş olan küçük balık, giderken kendisinin incisini de alıp götürmüş.
Öfkeden deliye dönmüş; bir yandan da:
-Kafasızlık bende, diyormuş; hemen inanıyorum beni sevdiğini her söyleyene...
* * *
Bizdeki seçmenler de, doğrusu epey benziyor fıkradaki istiridyeye.
Onlar da, biraz kolay inanmıyorlar mı, kendilerini sevdiğini söyleyen politikacılara?
Genellikle de fark etmiyorlar, nelerinin çalındığını...
* * *
Bugün hem pazar, hem de Nisan 1 ya...
Van depreminden sonra İstanbul’a göç eden bir ailenin yetişkin oğlu, İstanbul’da bir uskumruyla dostluk kurmuş.
* * *
Vanlı genç, İstanbul’da sabahtan akşama uskumruyla birlikte geziyor, onunla birlikte çay içiyor, onunla birlikte mağazaların vitrinlerine bakıyor, onunla birlikte yatıp kalkıyormuş.
* * *
Bir gün Vanlı delikanlı, uskumrusuyla İstinye’ye gitmiş.
Bakmış ki, bir yığın genç; soyunmuş, denize atlayıp atlayıp kıyıda yüzüyorlar.
* * *
Van gölünde yüzmeye alışık olan bizim delikanlı da, soyunup uskumrusuyla atlamış denize...
* * *
Vanlı delikanlı yüzüp yüzüp kıyıya çıkmış ama, uskumru çıkamamış.
Meğer yüzmesini bilmiyormuş uskumru ve Boğaz akıntısı alıp götürmüş onu...
* * *
Van depreminden sonra kurulan çadır kentlerde sık sık çıkan yangınlar...
Yangınlarda yanarak ölen çoluk çocuk...
* * *
Van depreminden sonra ne oldu diye sorulduğunda:
-Uskumru oldu, desek; yalan mı olurdu?
* * *
Bir öğretmen derste, balıkların nasıl ürediğini anlatıyormuş:
-Dişi balık, diyormuş; suya salıverir yumurtalarını, erkek balık da gelir o yumurtaları döller; dişi-erkek sevişmesi olmaz aralarında...
* * *
Arka sıralarda oturan bir öğrenci, parmak kaldırıp sormuş öğretmene:
-Öyleyse neden resmi arabalarla dolaşanlara, “sudaki balık kadar mutlu mübarekler” diyorlar acaba, balıkların nasıl ürediğini bilmedikleri için mi?
* * *
Öğrencinin sorusu çok masum.
Çünkü derslerde anlatmıyorlar, resmi araba ve makam sahiplerinin, bunlara sahip olabilmek için neleri nasıl döllediğini...
* * *
Ömer Hayyam’dan, A. Kadir çevirisi bir rubai ile bitirelim yazıyı:
İçki getir, ey şarap sunan, güle oynaya;
Hafakanlar bastı bir şöyle görünmekten, bir böyle.
Koy rehine seccadeyi, sarığı, git şarap al;
Bellesin cümle âlem, kafayı çekmek nasıl olur.